Asra andolsun...







             Asra andolsun ki İnsan Hüsrandadır....
          Baskı ve zulümün zirve yaptığı bu dönemlerde iner Asr suresi. Asra/zamana yeminle başlar sure. Akıp giden zamana karşı, her anı son dakika gibi yaşama bilinci kuşatır insana. Bitmek üzere olan gün/asr, akıp giden ömürdür. Tükenmeye mahkûm ömür sermayesini, sonsuz olanla takas edebilme fırsatı ya da sonlu olan dünyanın peşinde harcama gafletidir hayat. Durdurmanın, geri almanın, tekrarının mümkün olmadığı tek alandır zaman. Kum saatinden akan her kum taneciği, sermayeden harcanan bir nefestir. Kumun çokluğudur belki, zamanın hoyratça harcanmasının sebebi. Azaldıkça hissedilir; tükeniş ve yok oluş. Gençken kıymeti bilinmeden, ‘zaman geçmiyor’ ya da, ‘vakit öldürüyoruz’ aymazlığı ile harcanan zaman, yaşlandıkça nasılda hızlanır ve insanı ne kadarda bağlar hayata. Gün geçmez ki, ömür sermayesini bitirenlerin hüzünlü ayrılışları, zamanın bitmekte olduğunu hatırlatır durur insana..

          Asr/İkindi, Âdem’le başlayan insanın yeryüzü serüvenin son demini, ahir zamanı Peygamberi Hz Muhammed’le yaklaşılan kıyameti de hatırlatır insana. Akşam /kıyamet yaklaşmıştır ve iyi kullanılmalıdır zaman. Gündüzü (hayat) nasıl geçirilmişse, gecesi(Ahiret) de öyle olur, yani gündüzü berbat geçenin, gecesi kâbus olur. “Sahib’ul zaman” olmak, zamana ait olmamakla mümkündür. Zamana ait olan nesnesidir zamanın, zamana sahip olanlar ise, öznesi. Yaşanan her saniye yeni ve özel bir andır ve her yeni an, zamanın ruhuna uygun yeniden vahiyle inşa edilirse, “zamanın sahibi” olur insan. Zaman kendini yenilerken, arkasında kalmalı insan. Asrın idrakine söyletilecek İslam, zamanın ruhunu yakalayabilmekle mümkün. Hz Ali’nin: “Çocuklarınızı kendi döneminize göre değil, onların yaşayacakları döneme göre yetiştirin” sözü, zamana hâkim bir zihnin ürünüdür. Asrının/çağının problemlerine karşı duyarsız olan din anlayışı sorun çözmek çok sorunun bir parçası olur.

         Yaşanacak hüsranın hatırlatılması, ümitsizliğe sevk eden bir başlangıç gibidir ama aslında ümide kapı aralar. Önce teşhisi söyler Rabbi insana, sonra tedavisini. Hayata dair ümidini kaybetmekte olan bir hasta için uzanan el ne kadar önemliyse, bu elin uzmanlığı da o kadar önemlidir. Hekime güvenmekle başlar tedavi.. Sonrası reçetenin tatbikidir(iman –amel) Derdine deva bulan paylaşmaz mı tecrübelerini?(Hakkı tavsiye) Ama ümitsizlikten, ezilmişlikten nemalanan fırsatçı ümit tacirleri başkalarına ümit olmaya izin verir mi? Hayır! Karşı çıkarlar, mecnun derler, iftira atarlar… Ama sabırla direnmeli, kurtulmak ve kurtarmak için.

           İman; Allah'tan başka ilah olmadığına, peygamberlere, meleklere, kitaplara, ahirete inanma ve tasdik etmedir.(Bakara-285)  Allah’a (cc) iman; O’nu tanıyarak, O’nun buyruklarının tamamını, hayatın merkezine koymayı ve bu buyruklara sözde ve eylemde kayıtsız ve şartsız teslimiyeti ifade eder. Şirk ise, yaratanı hayatın dışında tutmaktır ki, bu en büyük zulüm ve af kapsamının dışında tutulan bir tutumdur.  “Emniyet ve güven” anlamına gelen iman, insanı ontolojik yalnızlıktan kurtarır ve ona huzurun ve esenliğin kapısını aralar.. Ümitlerin bittiği, tutulacak dalların kırıldığı anda, küller arasından parlayan bir kıvılcım misali, yeniden tutuşarak, insanın yüreğini ısıtır, hayata bağlar, umut aşılar. Korku, kaygı ve ihtiraslardan arınarak, yalnızca O’na güvenilerek yapılan iman, insanı özgürleştirir. Çünkü imana dönüş, fıtrata dönüştür. Yapılacak imanın kalitesini ise, “Allah’a ne kadar güveniyorum?” sorusunun cevabında gizlidir. İman, insanın hedefini, amacını ve fiillerini, varlığın kaynağı olan yaratıcıya bağlar ve dünya ile kurduğu/kuracağı ilişkiyi belirler.

         İman, durgun ve atıl kalmaz, girdiği kalbin iç ve dış dünyasında devrimler yaratarak, ‘Salih ameller’ olarak yansır hayata. Dolayısıyla “salih amel”, imanın pratik halidir. İman bir ağaçsa, onun meyvesidir amel. Gerçek kulluk, ilahi egemenlik şemsiyesinin altında yer tutmakla, içimizde ki ve dışımızda ki putları yıkmakla mümkün olur ve kişi o zaman, “yalnızca ona kulluk eder ve yalnızca ondan yardım bekler.” Hz Ali :“Ben dünyayı yaratıcısından bile istemeye utanıyor iken nasıl olurda kendim gibi yaratılmıştan isterim?” der. Kuldan sadece Allah’tan isteyebilme özgürlüğü bile insanı, kula kulluktan kurtarıp, izzetli bir hayat sunar. İman, insanı; kulun, malın ve dünyanın köleliğinden kurtarmıyorsa, insanın boynuna ve ayaklarına takılan prangalardan azat edip, özgürleştirmiyorsa ona iman denir mi acaba? Hz. Yusuf’un: “Rabbim! Zindan bana bunların beni davet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarının benden uzaklaştırmazsan onlara meylederim ve cahillerden olurum”(Yusuf:33) yakarışı, nefsin ve insanın kölesi olmama adına, imanın ve ruhun özgürlüğü için, bedeni zindana sokma tercihi rol model olarak karşımızdaydı.

          İman, bireyselliğin ve bencilliğin düşmanıdır aynı zamanda. Müslüman, birbirinin derdini dert edinmedikçe, birbirleriyle paylaşmadıkça, desteklemedikçe, anlamını kaybeder iman. ”Müminler bir duvarın tuğlaları gibidir” terbiyesiyle yetiştirilir ki, kötülüğe set, iyiliğe destek olsun. Bireyselleşen, bencilleşen insan, özgürlüğü; günah işleme özgürlüğü, özgüveni; arsızlık ve yüzsüzlük yapabilme potansiyeli olarak görmeye başlar. İslam, “emri bil maruf nehyi an’il münker” ilkesiyle, Müslümanlara birbirlerinin cenneti olma sorumluluğunu yükler. Fakat insan,  “din nasihattir”  ilkesiyle, insanı birbirinden sorumlu tutan anlayışı, hayata müdahale olarak görür ve ‘benim hayatıma kimse karışamaz’ kibriyle müstağnileşerek, hayatının hâkimiyetini şeytana verir.

                Resulullah’ın:“Bir kötülük gördüğünüz zaman ona elinizle engel olun, eğer ona gücünüz yetmiyorsa dilinizle engel olmaya çalışın, eğer ona da gücünüz yetmiyorsa ona buğzedin, zira ondan sonra iman yoktur” hadisi, toplumun geleceği ve ahlaklı nesillerin devamı için önemlidir. “Hakkı tavsiye” duyarlılığı, nemelazımcı değil, ‘ben varsam kimseye gerek yoktur’ bilinciyle mücadele ruhu kazandırır Mü’mine. Bu kimliği kazanabilme ve muhafaza edebilme, yeteri derecede bilgiye ve dirence/sabra, sahip oluşla mümkün olur. Zira Müslümanın etrafında o kadar çok tuzak var ki, (nefsi de dâhil) ,bu tuzaklara düşmeme, “Fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar”(Bakara:193) savaşabilme ancak, kuşanacağı sabırla mümkündür.

          İnsanın, Rıza-i bari adına, nefisle yapacağı mücadelede sürekliliği hakk /hakikat konusundaki sebatıyla mümkündür. Sabır; nefsimize, içgüdümüze ve ayartıcı benliğimizin saptırmalarına karşı direnmeyi, Allah’ın emirleri karşı istikrarı öğreterek, pasif değil, aktif bir iman aşılar, direniş ruhu verir. Sabır, kişiye edilgenlik değil, bilakis etken bir duruş kazandırarak, zulme boyun eğmeyi değil, zulme karşı direnişi öğretir. “ Biz, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!..”(Bakara-156)

               Sabır, önce kendi nefsi ile mücadelesinde direngen olmayı, sonra toplumdaki kötülüklerde mücadelede devamlı olmayı öğretir insana. “Hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.”(Asr:3) Şehevi ve nefsanî dürtülerinin kontrolü altına giren insanın bağımlılığı şiddetlenerek artar ve onu, kulluktan uzaklaştırarak, nefsanî arzularının kulu, kölesi yapar. Ruhu, nefsin boyunduruğundan ve esaretinden kurtularak onu özgürleştirmenin olmanın yolu, sabırla yapılacak mücadeledir. Arifler: “Sabır; nefsi, mekruhlar karşısında boyun eğmekten korumaktır.”  Cafer-i Sadık: “Sabrın imanla ilişkisi, başın bedenle ilişkisi gibidir. Baş gittiğin de bedende gider. Aynı şekilde sabır gittiğinde imanda gider.” buyurmuştur. Sabır, insana azim ve irade güçlü vererek, belalara karşı dirençli kılar, ruha istikrar sağlayarak, insana saygınlık kazandırır. “Sabır üç çeşittir; musibete sabır, itaatte sabır, kötülüğe sürüklenmeme de sabır.”(H.Ş)            

 “Zaman”, Âdemoğluna, yitik cennetini bulması için verilen bir fırsattır. İnsan, verilen bu fırsatı ‘sahte cennetlerin’ ardında heba etmemeli ki, sonu hüsran olmasın. Bunun yolu, düşünce, eylem ve söylem birlikteliğinden geçer. İslami mücadelede; iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye bileşenlerinden her hangi birinin eksikliği, diğer üçünü etkisizleştireceğinden, sonuç hüsran olur.                                                                                                                  (VELİ KURT-ASR SURESİ)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GADRE UĞRAYAN KADİR..!

FIRAT’IN SUYU SOĞUK AKAR