TEBLİĞ AHLAKI
TEBLİĞ
AHLAKI
“Sizi başıboş bırakacağımızı mı sanıyorsun”
der yüce yaratıcı. İnsana yaratıldıktan sonra başıboş bırakılmayacağı, kıyamete
kadar “mühlet verilen” iblisin, “önüne,
arkasına, sağına ve soluna kuracağı tuzakları” öğreten, varoluş gayesini
hatırlatan bir vahiyle muhatap kılınacağı bildirilir. Sünnetullahı gereği bu
vahyi elçileri aracılığı ile insanlara gönderir Yaratıcı. Bu yönüyle “elçi”
denilince akla onların iki önemli yönü gündeme gelir. Tebliğ etme ve örnek
olma. Bu iki husus peygamberliğin olmazsa olmazıdır. Peygamberlerde bulunan;
sıdk, emanet, fetanet gibi şahsi duruşları tebliğ sürecinde ne kadar önemliyse,
“mesajı nasıl ulaştıracağı” konusu da, süreci etkileyen önemli faktörlerden
biridir.
Görevi Rabbin kelamını insanlara
ulaştırmak olan Peygamberler bu ağır yükün altında kalmaması için tabiî ki
yalnız bırakılmamış, vahyi nasıl sunulacağı konusu da dahil, sıkı bir terbiye
sürecine tabi tutulmuşlardır. Çünkü sunulan şeyin kalitesi kadar sunucunun ve
sunulma şeklinin mesajı alan üzerindeki etkisi yadsınamayacak kadar büyütür.
Sunulan şey Rabbin sözü olduğunda durum daha da büyük bir önem arz eder. Yapılacak
bu eylemin adının “tebliğ” kelimesi ile ifade edilmesi bile bir inceliği içinde
barındırır. Tebliğ; sadece bir sözü bildirme, aktarma anlamına gelmez, sözün aktarımında;
maksadı noksansız, güzel sözlerle, açık ve düzgün bir şekilde ifade etme
anlamlarını da içinde barındırır. Tebliğe muhatap olan bizler tebliğ görevinin
bir peygamber mirası olduğunu düşündüğümüzde aynı muhataplık bizi de ilgilendirmektedir.
Şimdi Kur’an’ın vahiy ve tebliğci arasında ki sıkı ilişkiyi inşa eden sürece
biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
“Sana ağır bir yük yükleyeceğiz”
diye başlayan ayetle Hz. Peygamberin nasıl bir işe başlayacağı konusunda
dikkati çekilmiş olur. Yapacağı iş önemli bir o kadar da ağır bir iştir. Ama Rabbi
böyle ağır bir yük altında elçisini tabi ki ezmeyecek, yükün altında kalmasına
izin vermeyecektir. Oku emriyle onu lazım olan bilgi ile donatacak,”gece kalk
ve ağır ağır oku “emriyle de onu zorluklara hazırlayacak, fedakârlığı, disiplini,
sabrı öğretecek ve içsel duyarlılığını zenginleştirecektir. Gündüz, “Rabbinin
adını yüceltme” adına vereceği mücadele için geceleyin, maşuku ile
birlikte olmayı, boyun eğmeyi, sevmeyi öğrenecektir. Artık yüreğinde
gerçekleştirdiği değişimi dışa vurma zamanı gelmiştir. Ama nasıl?
Öncelikle bu ağır yükün bedeli
de ağır olacaktır bunun için sabırla yoğrulması gerekir. Peygamber kıssalarının
anlatılmasıyla onların tebliğ sürecinde yaşadıkları sıkıntılar dile getirilir
ve bu konularda dirençli olmasının gerekliliği vurgulanır. “Balık sahibi yunus
gibi olma” diyerek, bu süreçte hata yapan peygamberler üzerinden uyarılar yapılır. “Ey Resûl! Sana indirileni teblîğ et! Eğer bunu yapmazsan, O’nun
elçiliğini yapmamış olursun! Allah Sen’i insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki
Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.” (el-Mâide, 67)
Bu mücadele sürecinde, “yalnızca sana
güvenir ve yalnızca senden yardım beklerim” en önemli ilkedir. Mücadelenin
tarzını, yöntemini O belirler. Uzlaşma, pazarlık, çıkarcılık, fırsatçılık gibi
gayrı ahlaki sapmalardan uzak bir tebliğ mücadelesi için temel ilkeler konur: “Onlar öyle seçkin kimselerdir ki, Allah’ın
buyruklarını tebliğ ederler, O’nu sayıp, O’ndan çekinir ve O’ndan başka
kimseden çekinmezler. Hesaba çeken olarak Allah yeter.”(Ahzab, 33/39)
Tebliğin önemli yasalarından bir diğeri;
yumuşak davranma, güzel söz söyleme ilkesidir. Unutmamak gerekir ki
ulaştırılacak söz tebliğciye ait değil, Rabbe aittir. Dolayısıyla ulaştırılacak
sözün nasıl sunulacağını da Rabb belirleyecektir. Rabb kuluna inanmama/inkâr
etme özgürlüğü bile verirken, tebliğci Allah adına kulu yargılamaya, onun adına
kaba davranmaya, cezalandırmaya kalkışması “haddi aşmak” olur. Hesaba çekme, mükâfat
verme, hidayete ulaştırma Allah’a aittir. Tebliğciye düşen ise sadece güzelce
onu sunmaktır. “O vakit, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen,
kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz onlar senin etrafından dağılıp
giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için duada bulun! (Umuma ait)
işlerde onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah’a dayanıp güven!
Çünkü Allah, kendisine tevekkül edenleri sever.”(Âl-i İmran, 3/159)
Muhatabına yumuşak davranan, kaba
ve katı davranıştan uzak duran ve onları muhatap alıp, değer vererek fikrini
soran bir tebliğ ahlakıdır tebliğciden istenen. Rabbin sözünü kendi çıkarları
için kullanan, onun adına cezalandıran, mükâfat veren, yanına yaklaşılamaz
tebliğciler sadece dine zarar verir, din üzerinden kendine fırsat alanları
yaratır. Bu konuda ahlakın zirvesi Efendimizin şu sözü nasılda önemlidir: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız;
müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.’’ ( Buhari, İlim, 11.)Hz. Peygamber
nübüvveti boyunca, hilm sahibi duruşuyla, bağışlayıcı, güven verici,
müsamahalı, adaletli, âli cenap davranışlarıyla tebliğin sadece sözle değil,
davranışla da yapılması gerektiğini göstermiştir..
Tebliğ
sürecini en önemli ilkelerinden biride; süreci başlatan, yöntemini belirleyen
Allahın, sonucu da kendisinin belirleyeceğinin unutulmamasıdır.. “İslami tebliğ”,
sonuç odaklı bir mücadele değildir. Kendisine emredileni en güzel şekilde yapar
ve sonucu Allah’a havale eder. Başarıyı kendisinden bilerek kibre kapılmak,
insanları minnet altına almak ne kadar ahlaksızlık ise başarısızlık gibi
görünen şeyler için ümitsizliğe kapılmak, pazarlıklar yaparak geçici başarılar
peşinde koşmak, mücadeleyi terk etmek, kolaycılığa kaçmakta o kadar ilkesizlik
ve ahlaksızlıktır. Dolaysıyla tebliğci yapılması gerekeni Rabbin istediği
ölçüler ve sınırlar içinde yapar ve sonucunu birilerinden değil, Allah’dan bekler.
Bu onun sonuç odaklı değil, Rabbin rızası odaklı çalıştığını gösterir. “(Ey
Resûlüm Artık) Sana emrolunanı açıkla! Müşriklerden yüz çevir. Alay edenlere karşı Biz Sana
yeteriz!” (el-Hicr,
94-95)
Hz. Peygamberin mücadele sürecinde kendisine yapılan uzlaşma
tekliflerine karşı, Müslümanların en zayıf olduğu zamanlarda bile, ”sizin dininiz size benim dinim bana”
duruşuyla, davasına olan güven ve sadakatin muhteşem örnekliliğini göstermiştir.
Küçücük başarılar uğruna göz ardı edilen ilkeler, sonrasında insanı ahlaksız
ilişkilerin içine çeker. Allahın dini üzerinden pazarlıklar yapmak belki kişiye
ve davaya bir takım güçler, imkânlar kazandırır ama bu ilkesizlik sonrasında
onun sonunu hazırlar. Kur’anın bize tanıttığı “belam” tiplemesi bunun
klasikleşmiş örneğidir: "(Ey Muhammed!) Onlara, o kimsenin
haberini de oku ki, biz kendisine ayetlerimizi vermiştik de o, bunlardan
sıyrılıp çıkmış, derken şeytan onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan
olmuştu. Şimdi biz eğer dileseydik,
onu ayetlerimizle yüceltir üstün kılardık; fakat o hep dünyaya sarıldı ve
yalnızca kendi arzu ve heveslerinin peşinden gitti. Böyle kimsenin durumu,
kışkırtılan bir köpeğin durumu gibidir. Öyle ki, onun üzerine korkutarak varsan
da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da… Bizim ayetlerimizi
yalanlamaya kalkan kimselerin hali işte böyledir. Öyleyse bu olayı onlara
nakledip anlat ki, belki düşünürler. (Araf:175-176)
Tebliğ sürecinin en önemli ilkelerinden biri de tedricilik yani zamana yayma,
kolaydan zora doğru gitme ilkesidir. Kâinattaki düzen nasıl belli bir sürecin içinde
işliyor ve sonunda kemale eriyor ise tebliğ sürecinin de olgunluğa ulaşabilmesi
için belli bir sürecin, merhalenin içinden geçmesi gerekir. Bu sabır ve
tevekkül isteyen, toplumu ve insanı
okumayı bilmeyi gerektiren bir süreçtir. Nasıl bir meyvenin sofraya gelmesi
için belki yılları alacak bir sürecin işlemesi gerekiyorsa, tebliğde belli
merhalelerden geçerek olgunluğa ulaşır. Hz. Peygamberin acı ve zorluklarla
geçen 23 yıllık nebevi mücadelesi bunun en güzel örneğidir. Yakınlarından başlayarak,
sırasıyla akrabalarına, kabilesine, Mekke’ye, sonrasında Habeşistan’a, Medine’ye ve oradan dönemindeki tüm dünya
devletlerine kadar uzanan bir tebliğ sürecinin hangi merhalelerden geçtiği iyi
öğrenilmelidir. Olmadan yanmaya kalkmak, davayı yok eder. O zaman yapılması
gereken nedir? Rabbimiz bunu şöyle anlatır: “Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle davet et,
gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et. Rabbin, elbette,
yolundan sapanları en iyi bildiği gibi kimlerin doğru yola geleceğini de pekiyi
bilir.” (Nahl, 16/125)
Bu tedriciliği Kur’an’ın kendi içinde de görürüz. Mekke’de inen
ayetlerin daha çok imana,ahirete,kıyamete,cennet ve cehenneme vurgu yapan
yapısı ile Medine’de inene ayetlerin toplumsal ilişkileri ön plana alan,hukuku
düzenleyen yapısı süreci anlamak açısından oldukça önemlidir.Bu ilkeler
bilinmeden ve düşünülmeden yapılacak tebliğ çalışmaları, yapmaktan çok bozmaya
hizmet edecektir.Kaş yapayım derken göz çıkarma durumuna düşmemek için, Kur’an’ın
mantığı ve muhatap alınacak birey ya da toplumun ihtiyaçları ve seviyeleri iyi
analiz edilmelidir..
Tebliğ sürecinin bir başka önemli ilkesi
ise Peygamberin kendi şahsındaki “güven veren” kişiliğidir. İlk Müslüman
olanların İslamı seçmelerinde, “Sözün” (Kur’an’ın) kendinden ziyade(zaten inen
üç beş sure vardı) “sözü söyleyen” Hz. Muhammed’e olan itimatlarının daha belirleyici
oluşu, bunun ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. “el
Emin” dedikleri insandan duydukları bu sözler itiraz etme konusunda onların önünü
kesmiş ve “söze” kulak vermişlerdi. Dolayısıyla bu güveni, ahlaki duruşu
kazanmayanların sunumu sadece sunduğu şeyi yıpratır. Kendisi emin olmayanın
emanete sahip olmaya kalkışması, kediye ciğer teslim etme saçmalığına götürür
insanı. Bu ahlaki ilkesizlik şöyle ifade edilir Kur’an-ı Kerim’de: “Yapmadığınız işi niçin söylüyorsunuz.” (Saff:2)
Din üzerinden menfaat devşirenler bu ahlaki zafiyetin kurbanlarıdır.
Peygamberlerin yaptığı işi sadece
Allah için yapmaları, bunun üzerinden güç devşirmeye kalkmamaları ve yalnızca
Allahtan yardım beklemeleri onları bilakis güçlü kılar. “Bu görevim için, sizden dünyevî bir karşılık
beklemiyorum. Benim ücretim, ancak Âlemlerin Rabbine aittir.”(Şuara109) Hz. Peygamberin 23
yıllık tebliğ sürecini göz önünde bulundurulduğunda ne demek istenildiği daha
iyi anlaşılır.O, Mekke’nin en zengin tüccar kadını ile evlenmiş, onun sermayesi
ile ticaretine devam etmiş ama ölüm döşeğinde iken yastığının altında bulunan üç
beş dinar ile Rabbi’nin karşısına çıkmaktan utanan biriydi.. O, kendini tanımayan
biri mescide geldiğinde onu diğerlerinden ayıt edemediği için, “hanginiz
Muhammed” diye sormak zorunda kaldığı biriydi. Karşısında heyecanlanan
birisine, “ korkma bende senin gibi kuru ekmek yiyen bir kadının çocuğuyum “diyecek
kadar da mütevazı biriydi aynı zamanda. İzzet ve şerefi dünyalık biriktirmekte
değil, dürüst ve ahlaklı olmakta arayan bir Peygamberdi. O hiç bir zaman, dini yükselme,
çıkar kazanma aleti olarak görmemiş, başladığı ile bitirdiği noktada, kişiliği
ve yaşam standardı hep aynı kalmıştır.
Tüm bunlar bizi şöyle bir sonuca
götürür. Vahyin dine nasıl davet edileceği ile ilgili ayetler ile Hz. Peygamberin
tebliğ sürecindeki örnekliliği ve yine bu süreçteki uyarı ve yönlendirmeler,”tebliğ
ahlakının” esaslarını ortaya koyar. Bu uyarıların önceliği tebliğcinin önce kendini
inşa etmesi üzerinedir. Bu uyarılar dikkate alınmadan “tebliğ ahlakı” oluşmaz
ve buradan İslami mücadele çıkmaz. Bu durum, kendi ahlaksızlığına Rabb’den
referans bulan, düşüncelerini vahye tasdik ettirmeye çalışan, vahiy üzerinden
prestij ve çıkar sağlayan İslamcı tipleri ortaya çıkarır...
26.5.20019-Veli KURT
Kardeş güzel ifade etmişsin.Allah razı olsun.
YanıtlaSil