Kıyamet..


                              
                          “KIYAMET.”

            Kıyamet, ahiret, azap gibi kavramlara en çok vurgunun yapıldığı ayetlerin Mekke’de inmesinin hikmeti nedir? Bu durum dönemin hâkim din anlayışı olan Romalıların ve Yahudilerin gazap tarafı ile ön plana çıkmış, insana gazap etmekten, onlara acı çektirmekten zevk alan tanrısıyla İslam’ın rabb anlayışı arasında bir benzerlik olduğu anlamına gelebilir mi?

            Bu sorulara net cevaplar verebilmek için o dönem Mekke’sinin sosyal, ekonomik ve ahlaki yapısına ve bunu destekleyen din anlayışlarına yakından bakılmak gerekir. Mekke döneminde kıyamete ve ahirete vurgu yapan, helak edilen kavimleri dile getiren ayetlerin iniş sebepleri, müşriklerin bundan ciddi anlamda rahatsız olmaları ve canhışar bir şekilde İslam’ın karşısına çıkmalarının sebebi iyi tahlil edilmeli. Aynı ayetlerin Mekke’nin diğer bir kısmına yansımasındaki zıtlıkta göz ardı edilmemeli. Çünkü birilerini bu kadar rahatsız eden ayetler birilerini de derinden etkileniyor, ona teslim oluyor, canını, malını ortaya koyuyordu. Çelişki gibi görünen durum aslında kıyamet ve ahiretten kimin ne anladığı ile yakından alakalıydı. Karşı duranların karşı çıkış sebebi ile İslam’a girenlerin giriş sebepleri iyi anlaşılırsa kıyametin aslında yok oluşu değil, “yaşanılabilir bir hayatın devamı adına hak ve adalet mücadelesine destek oluş” olduğu anlaşılır. Yaratılışın merkezi sebebi nasıl insansa, kıyametin merkezi sebebi de yine aynı insandır. Dolayısıyla Allah’ın; kıyamet, ahiret, helak gibi kavramları insanların gündemine sokması onun “gazap tanrısı” olduğu anlamına gelmez, bilakis yaşanılabilir bir dünyanın önündeki engelleri tanımlayarak, haksızlık ve adaletsizliklere yasak koyarak, böylelerini cezalandırarak/va’d ederek rahmet tarafını ortaya koyar. Yani kıyamet ve helak barış ve düzen gibi kavramlara zıt gibi gözükse de aslında Allahın rahmetini ve esenliğini anlatır. Binaenaleyh Allah, kıyamet ve helakten bahis açarak, zalimleri anladıkları dilden uyarmış, mazlumlara da kendilerini unutmadığını ve onlar adına hesabı gören olduğunu kayıt altına almış olur..

           Konuya biraz daha yakından bakalım. Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekkelilerin zihninde kıyamet ve ahiret gibi kavramlar yoktu. “Allah’ı inkâr edenler, bize kıyamet gelmeyecek” derler. De ki, Hayır, gaybı bilen Allah’a andolsun ki, o size mutlaka gelecek. Gökte ve yerde zerre ağırlığınca bir şey ondan gizli değildir. Bundan küçük, büyük her şey apaçık kitapta yazılıdır.” (Sebe-3) “Bu dünya hayatımızdan başka bir şey yoktur. Yaşarız ve ölürüz. Bizi ancak zaman yok eder.” (Casiye -24) Müşriklerin zihin dünyasını ele veren bu iki ayet onların dünya merkezli ve hesabı olamayan bir hayat tarzına talip olduklarını ifşa eder. Yani onlar için var olan her şey bu dünyada idi. Dolayısıyla yaptıklarının hesabının verileceği bir zaman ve mekâna inanmıyor daha doğrusu inanmak istemiyorlardı. Bu hesabı olmayan, yaptıklarının yanlarına kar kalacağı seküler bir hayat anlayışı demekti. Bunun topluma yansıması ise, bir tarafta serveti ve gücü elinde bulunduran mutlu azınlığı diğer tarafta ise ezilen, sömürülen, hakkı yenilen mazlum halk kitlelerini üretiyordu.

       Kur’an, kıyamet ve helak edilen kavimleri gündeme getirerek, biriktirdikleri her şeyin yerle bir olacağını, o gün(kıyamet günü) “uğruna kan ve gözyaşları akıttıkları malları(develeri) bile görmeyeceklerini” söylüyor ve insanlara yaşattıkları toplumsal felakete/kıyamete dikkat çekiyordu. “Gebe develer, kendi başına terk edildiği zaman.”(Tekvir:4) “Diri diri toprağa gömülen kızcağıza'(hangi suçtan dolayı öldürüldüğü) sorulduğu zaman.”(Tekvir:8)

           Kur’an, kıyamet vurgusuyla birlikte; ahiret, hesap, cennet ve cehennem gibi kavramlarını da gündeme getiriyodu. “Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onun karşılığını kimde zerre miktarı kötülük yaptıysa onun karşılığını görür.”(Zilzal:7-8) Bir taraftan yapılan iyiliklerin ve verilen malların karışığını kat kat alacakları altından ırmakların aktığı cennet tasvirlerini yaparken diğer taraftan, doymak bilmez midelerin zakkum, kan ve irinle doldurulacağı cehennem tasvirleri yapıyordu. “Cehennemlikler bundan(zakkum) yer ve karınlarını bununla doldururlar. Sonra üzerine onlar için kaynar bir içecek vardır.”(Saffat: 66-76) “(Azgınlar) orada çağlar boyu kalırlar, orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar, ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar.”(Nebe 23-26)

         Kıyameti, ahireti ve hesabı gündemlerine almayan müşrikler Kur’an’ın bu ayetleri karşısında büyük şok yaşamışlardı. Böyle bir şey mümkün müydü? Ubeyy b. Halef mezardan çıkarıp getirdiği kemikleri peygamberimizin önüne dökerek, “şimdi sen bunların tekrar dirileceğini söylüyorsun öyle mi” diyordu hayretle. Cevabı ise Allah veriyordu:İnsan kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Bir de bakıyorsun ki, apaçık bir düşman kesilmiş. Kendi yaradılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ diyor. De ki: ‘Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek.’ Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.”  (Yasin: 77-79)

         Mekkeli müşriklerin yıllarca müslüman olmamalarının altında yatan psikoloji buydu. Hesapsız kazançlarının hesabını vermeyecekleri bir son istiyorlardı. Bunun hesabını isteyen bir din anlayışı hayat felsefelerine uygun değildi ve onunla kıyasıya savaşmak için hazırlardı. Ve öyle de oldu. Bir kısmı ölünceye dek inanmadı bir kısmı ise kaçacak yer kalmayınca mecburen inandı ya da inanıyormuş gibi yaptı. “Onlar iman edenlere rastladıklarında, “âmenna” (iman ettik) derler. Şeytanlarıyla yalnız kaldıklarında ise, “Biz, gerçekten sizinle beraberiz, biz (onlarla) ancak alay eden kimseleriz” derler.”(Bakara:14)

            Dolayısıyla helak edilen kavimlerden bahseden ayetler, bu kavimlerin helak oluş sebeplerine vurgu yapar ve onların dünya ile kurdukları “hesap vermeyen” ilişkilerinden dolayı helake sürüklenişlerini anlatır. Salih’in devesini hunharca katleden şımarık zenginler, Hud’un ölçü ve tartıda hile yapan ahlaksız tüccarları, Lut’un kadınları bırakıp erkeklerle beraber olan sapkın kavmi, Yahudileri köleleştiren, erkeklerini öldürüp kadınlarına el koyan Firavun ve yandaşları, sağlam burçlar/kaleler içinde kendilerini dokunulmaza sayan diğer zorbalar… hepsi hesabı olmayan bir hayata yani dünyevi/seküler bir yaşama taliptiler.

            Kur’an; kıyameti, helaki, ahireti gündeme getirerek, bu kavramları gündemine taşımayan toplumların nasıl bir ifsada yol açtıkları örneklendirmiş ve hesap merkezli bir din anlayışını gündeme taşımıştı. Yaratıp kenara çekilen bir tanrı anlayışı yoktu ve “insanlarda başı boş bırakılmamıştı.” Köle pazarlarında satılan kölelerin, diri diri gömülen kızların, tefeciler tarafından mallarına, namuslarına el uzatılan mazlumların kıyameti bu zalimlerin elinde her gün kopmayacaktı. Bu zalim ve zorbalara, kıyameti ve hesabı hatırlatarak; “Kaçış nereye” diyordu. Kıyamet ve ahiretten bahseden ayetlerle mazlumların sessiz çığlıklarına ses veriyordu. Böylece cenneti yeryüzüne indiren, kurduğu cennetin bekası için diğerlerine cehennemi yaşatan, yeryüzü emanetini sahiplenerek hunharca kaynakları tüketen, dünün, bugünün ve yarının zalim insanlarına;“kıyameti ben değil, siz hazırlıyorsunuz” diyordu. Öyle buyurmuyor muydu Allah Rasulü: “Yeryüzünde iman eden oldukça kıyamet kopmaz.” (H.Ş)                                                                         Veli KURT-11.06.2019

Yorumlar

  1. İsabetli bir konu ek olarak... İslamın kıyamet anlatımıyla müslümanın kıyamet algısı arasındaki en büyük farklardan biri muhakkak kuranın anlaşılması meselesidir. Kuran inkar eden kişiler için kıyamet cezalandırıcı iken inanan kişiler için müjdeleyicidir bu anlayışı benimseyemeyen toplumdaki müminler asık suratlı moralsiz ve ümitsizliğe kapılması normal çünkü algı bu. Ayrıca kuran 7 milyar insanın hepsi inanmıyor demiyor bu sebeble 7 milyar insan aynı gemide batması makul müdür? Haşa o zaman Allahın adaletinin sorgulanmasına kapı aralar ayrıca inanmayan insanlar var diye bütün dünyanın yerle bir olmasını düşünmek kuran retorigini hiç anlamamak demek degil midir? Velhasıl bütün bunların böyle görülmesinde de hocamında yazısında başta belirttiği gibi Tanrı anlayışıyla ilgili. Yani tarih bize şunu göstermiştir bir insan eksenli din ki bu çok kuvvetli kuvveti sevgisinin üstünde olan insanlara zorba tanrı anlaşıdır. Digeri ise kuranın da belirttiği gibi Tanrı eksenli din dir. Burada tanrı sevgi tanrısıdır Şevkat merhamet tanrısıdır kuvveti sevgisinin emrinde adaletli tanrı anlayışıdır. İnsanlar zamanlar Tanrı eksenli dinden insan eksenli dine yönelip bir eksen kaymasına ugramışlardır.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

TARİKAT, “YOLA GELMEK” MİDİR, “YOLUNU BULMAK” MIDIR…?

MAHŞERİN DÖRT ATLISI..