TÖVBE, ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPI

 


TÖVBE, ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPI

Pişmanlık, işlenen hataların ardından gelen Âdemce tavır… “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz” (A’râf, 23). İblis’in tuzağına düşmüşler ama İblis gibi günahlarında ısrarcı olmamış, sorumluyu başka yerde aramamışlardı. Rableri de onları affetmişti. “Âdem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri kabul edendir, esirgeyendir” (Bakara, 37). Hz. Âdem ve eşine özel değildi bu af. İnsan, ezelî düşmanı İblis tarafından aldatıldığını fark eder ve işlediği hatadan dolayı pişman olup tövbe ederse Allah tövbeleri her zaman kabul ederdi. Hz. Âdem ve eşi affedilmişti ama insan olmayı yani “günah işleyebilme” özgürlüğünü de keşfetmişlerdi. Bundan sonraki tercihleri onları ya “eşref-i mahlûkat”, ya da “esfel-i safilin” yapacaktı.

İnsan, özgürlüğe tutkusu ve vicdan sahibi oluşuyla ayrışır diğer varlıklardan. İradesi ve her tercihinde devreye giren vicdanıyla sorumlu bir varlıktır o. Sorumluluklarını hatırlatan vahiy ise, Yaradan tarafından gönderilen “fabrika ayarı” mesajıdır. İnsanın buna ihtiyacı vardır çünkü gideceği yol, İblis tarafından tuzaklanmıştır. “Senin beni saptırmana karşılık, yemin olsun ki ben de senin dosdoğru yolunun üzerinde oturup pusu kuracağım. Sonra onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaşacağım. Sen de onların çoğunu şükreder bulamayacaksın” (A’râf, 16-17). İnsan attığı her adımda, Rabbiyle arasına giren İblis’in çeldirici ve saptırıcı ayartılarına karşı uyanık olmak zorundadır. Tabii ki insandan istenen, kusursuzluk değildir. Bu zaten insanın altından kalkamayacağı bir şeydir ve Allah kimseyi altından kalkamayacağı yükle imtihan etmez. Allah; kusursuz insan değil, hata yaptığında kusurunun farkında olan ve bundan rahatsızlık duyan insan istemektedir. “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı” (Müslim, tövbe, 9).

Hayat düz bir çizgi, insan da programlanmış bir robot değildir. İnsanın hırsları, tutkuları, korkuları vardır ve bunlar ara ara insanı kulluk çizgisinden uzaklaştırabilmektedir. İnsanın hayat karşısında kontrolünü kaybettiği dönemlerde yeniden toparlanarak, “Hata yaptım ama farkındayım ve hayatımı yeniden rotasına sokacağım.” diyebilme fırsatı ise yapacağı tövbesidir. Pişmanlığı ve hatasından dönme isteği ona yeniden “insan olma” yolunu açacaktır. Zira tövbe, insanın varoluş sebebini yeniden hatırlama anıdır. Bu hatırlatma ona işlediği hatanın aldatıcı cazibesinden kurtulması için yeni bir fırsat ve irade sunacaktır. Sunulan irade, onu hayvani güdülerinin peşine değil, yaratılış amacına uygun olana götürmesi içindir. Âdem kıssasının önemi de burada ortaya çıkar. İnsanlığın atası Hz. Âdem bir beşer olarak hata yapmış ama günahında ısrar etmediği gibi suçunu başkasının üzerine de atmamış, af dileyerek “adam olmayı”, yeni bir sayfa açmayı tercih etmiştir. O, böylelikle ezelî düşmanı İblis’in karakteristik özelliği olan hatada ısrar ve suçu başkasında arama kolaycılığına sapmamış, “kişilik ve onur sahibi” bir birey olduğunu ispat etmiştir.

Günah, insan fıtratına yerleştirilen pak vicdanın üzerine atılan bir lekedir. Tövbe ise bu lekenin ortadan kaldırılması için yapılan çabadır. Pişman olunmayan ve temizlenmeyen günahlar birikerek kalbi karartır ve vicdanın yol gösteren, insanı insan yapan tarafını yok eder. İnsanoğlu tövbenin yürekleri yumuşatan ikliminden uzaklaştıkça günahlarını kanıksamaya, hatalarını savunmaya başlar. Fıtrata yerleştirilen iyilik tohumları tövbe etme fırsatıyla geliştirilmediğinde kontrol, nefsin ayartıcı güdülerinin eline geçer. İşte o zaman; yaptığı kötülüklerden rahatsızlık duymak bir yana; yaptığı zulümlerden zevk almaya, hatta bunu bir hak olarak görmeye başlar. “Sonra kalpleriniz yine katılaştı; kaya gibi, hatta kayadan da katı. Zira öyle kayalar var ki içinden nehirler fışkırır, yine öyle kayalar vardır ki yarılıp bağrından su çıkar. Yine öyleleri vardır ki Allah’a haşyetinden harekete geçerler. Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Bakara, 74). İnsan yaptıklarından pişman olan, gözyaşı döken ve özür dileyebilen tek varlıktır. Günah işlemek zulümdür ama işlenen günahtan sonra tövbe etmemek daha büyük bir zulümdür. İnsan tövbe etmeyi yitirdiğinde sevgiyi, merhameti ve en önemlisi yaratılış gayesini yitirir. Tövbe ise insana kul olduğunu, eksik olduğunu fark ettirir. Bu eksikliği, yaratıcısının Tevvab, Rahman, Rahim sıfatları ile tanışmasına vesile olur. Rabbinin bu sıfatlarına layık olabilmek için kendisinin de affedici ve merhamet edici olması gerektiğini fark eder ve böylece “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” ilkesiyle tanışmış olur.

İnsanoğlu yeryüzüne tertemiz bir fıtratla gelir. Kimse günahkâr olarak doğmadığı gibi kimsenin günahından da sorumlu değildir. Hatanın pişmanlığı da tövbesi de hatayı yapana aittir. Suçu kim işlemişse affı da o diler ve yine hata kime karşı yapılmışsa ondan özür dilenir. Bu anlamda başkasının suçunu üstlenmek ne kadar problemliyse başkasının suçunu “tanrı adına” affetme cüretkârlığı da o kadar problemlidir. Çünkü af dilemek “pişman olmak” demektir. Suçu işleyenin bunu samimiyetle itiraf etmesi gerekir ki kendisine “şah damarından daha yakın” olan Yaradan, kulunu hata yaparken gördüğü gibi onu af dilerken de görsün. Zira işlenen her günah kulluk hakkına tecavüzdür ve bunun özrünün Allah’tan dilenmesi gerekir. Ayrıca işlenen günahın insanlara ve diğer varlıklara yönelik bir tarafı varsa o zaman af dilenecek makam, hem Yaratıcı hem de işlenen suçun mağdurlarıdır. Yaratıcı, “yapmış olduğun hatanın diğer varlıklara olan zararını telafi et ve huzuruma öyle çık!” diyerek affını, zarar görenin affına bağlaması ise kimsenin sahipsiz olmadığını vurgudur. Yani Allah’ı sevmenin ve ona kul olmanın yolu, “Yaratılanı sevmek (haklarına saygı duymak), Yaradan’dan ötürü“ ilkesinden geçmektedir.

Tövbenin unutulmaması gereken bir başka boyutu da yapılan tövbenin “nasuh” olma özelliğini taşımasıdır. Yani insanın günahından gerçekten pişman olması ve onu bir daha işlememe konusunda kararlı olmasıdır. Yapılacak tövbe sadece dili değil; aklı, kalbi, vicdanı da içine almalı ki hata tekrar etmesin. İşte o zaman tövbe, hayata düşen rahmet ışıkları olarak insanoğlunun yolunu ve yüreğini aydınlatmaya başlar. “Allah’ın kabul ettiği tövbe yalnızca kendine hâkim olamayarak günah işleyen ve hemen ardından pişmanlık duyup vazgeçenlerin yaptığı tövbedir. Allah, samimi tövbeleri bilen ve hükmünde doğru karar verendir” (Nisa, 17). Peygamber Efendimiz bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Pişmanlık duymak tövbenin kendisidir. İnsanoğlu hata yapar. Ancak hata yapanların en hayırlısı tövbe edenlerdir” (İbn Mâce, Zühd, 30). Yani tövbe, sıkışınca düze çıkmak için yapılan “Firavun pişmanlığı” gibi bir şey değildir. “Kötülükleri işleyip dururken ölüm kendisine geldiği zaman, ‘Şimdi tövbe ettim.’ diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi geçerli değildir. İşte onlara elem verici azap hazırlamışızdır” (Nisa, 18).

Kısacası tövbe; Allah’tan umut kesmemek, yapılan hataya rağmen “insan olmak” konusunda ısrar ederek yeni bir sayfa açmaktır. İnsan tövbe ederek İblis’e kapıları kapatır ve ona ümit vermemiş olur. “Allah, tövbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler” (Nisa, 27).

                                                                                               27.12.2025  Veli KURT


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUR'AN KISSALARINI SİYERLE OKUMAK

İNSANOĞLUNUN BİTMEYEN HİKAYESİ: HABİL İLE KABİL

“Amentü”… Ama neye?..