Rabbin Adını An ve Bütün Benliğinle Ona Yönel!..

             



                Rabbin Adını An ve Bütün Benliğinle Ona Yönel !..
İnsanlık; yine tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyordu. Yaşanan karanlığa aydınlık olamamak, onu yine huzur bulduğu tek sığınağı Hıra’ya sürüklemişti. Ama bu sefer Abdullah oğlu Muhammed olarak girdiği Hıra’dan Allah’ın Resul’ü Hz. Muhammed olarak çıkacaktı. Hıra’dan, Mekke’nin tozlu ve çakıllı yollarından evine doğru, korku ve endişeyle koşarcasına ilerlerken, nasıl bir yük yüklendiğini anlamaya çalışıyordu. Bunu ancak, Varaka ile konuşunca daha iyi anlayacaktı. O diyordu ki , Allah’ın elçisine: “Sana gelen Allah'ın Hazreti Musa'ya, Hazreti İsa‘ya gönderdiği Cibril'di. Keşke peygamberlik zamanında bir genç olaydım, keş­ke kavminin seni memleketinden çıkaracağı, sana savaş açacağı gün sağ olaydım…” İşte o zaman anlamıştı sırtına vurulan yükün ağırlığını. Anladığı bir şey daha vardı; Rabbi, fitneyi ortadan kaldırıp, dini yalnızca Allah’a has kılması, yeryüzünü saran küfür karanlığından, insanlığı vahyin aydınlığına ulaştırması,   Rabbine verip de unuttuğu sözü insana tekrar hatırlatması için, Ademoğluna göndermeyi vaat ettiği aydınlık savaşçılarının son halkası olarak seçtiğini kendini…
Çağı, kainatı ve insanı okumayı emrederek başlayan Allah, önce kendinden başlayarak tüm dünyayı değiştirmenin zamanı geldiğini söylüyordu: ‘Ey örtüsüne bürünen, kalk.’ Büyük yükü yüklenmenin zamanı geldi. Ama bu yük çok ağırdı, ‘insanın belini çatırdatan...’
"Eğer Kur'an bir dağa indirilseydi dağ Allah'ın korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş olacaktı’. (el-Haşr, 59/21) Bu dağları paramparça yapan ağır yükün altından Abdullah’ın yetimi Muhammed nasıl kalkacaktı? Ama bu yükü onun sırtına yükleyen Rabbi ona bunun altından kalkmasını da öğretecekti. Çünkü O, ‘Biz kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemeyiz’(2:286) diyordu..Ve Rabbi ona ve onun dostlarına, eğitim programını da hazırlamıştı: ‘Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk, (Gecenin) yarısı kadar. Ya da ondan biraz eksilt.  Veya üzerine ilave et. Ve Kur'an'ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku. Gerçekten senin üzerine 'oldukça ağır' bir söz (vahy) bırakacağız’. Gece kalkışı, yükü ağır olan peygambere bir takviye programıydı. Gece kalkışıyla, nefsine hâkim olmayı, direnişi ve sabrı kuşanmayı öğrenecekti. Uykunun en tatlı anında yatağından fırlayarak, zaman ve mekan kavramının ötesine geçip onunla baş başa kalmak, onunla konuşmak, ona kalbini ve zihnini açmak… İşte ilk aşama için gerekli olan buydu. O’nunla gecenin bir yarısında baş başa kalmayı zevklerin en büyüğü; o anları, gelmesi iple çekilen bir zaman dilimi ve bundan alınan tatları dünyanın en büyük lezzeti haline getiren şey neydi? Bu akılla izah edilebilir miydi? Bunu izah etmek aklın işi değil, yüreğin işiydi; çünkü bunu adı: AŞK’ tı ve mekanı kalpti. Aşk öyle ulu orta, herkesin önünde, reklamlık bir malzeme değildi; gizliliği, mahremiyeti, kişiye özel oluşu ile ayrıcalıklı bir duruştu. O anlar, anlatılmaz yaşanırdı, hissedilirdi ve insana hissetmeyi öğretirdi. Yani aşk; ka’l işi değil, hal işiydi... “Hiç âşık olduk mu, neye âşık olduk. Onu, nasıl karşıladık; onun ilk niyeti ile donduk kaldık mı? Yoksa ilk nimet, gözlerimiz onun gizlediği daha büyük bir nimete mi açtı ve ikincisi üçüncüsüne ve böylece gide gide gerçek marifetle gelebildik mi iç içe.”(C. Zarifoğlu) İşte Rabb’le yapılan, Rabbe yapılan gece yürüyüşü, ilk nimette takılıp kalmamaktı; O’na teslimiyetti, daha sonra yaşayacaklarına teslim olmamak için…Hissetmekti O’nu yüreğinin ta derinliklerinde...   Hiçbir şeyi hissetmeyen çağın insanının en büyük problemi de buydu değil miydi? İşte bunun için gece kalkışı çok önemliydi… Çünkü aşk önce fedakarlık ister maşukundan... Uykusunu feda edemeyen hangi fedakârlığı yapabilirdi sevdiğine? Bu insanın aşkla imtihanıydı. Atası İbrahim’i de biricik İsmail’ini kurban edebilmeyi göze alabilecek mi diye imtihan etmemiş miydi Rabbi? Yani Müzzemmil imtihanını kazanmayanın, Müddessir imtihanı çok zordu.
Ağır ağır oku.’ Gündüz anlatacağı Kuran’ı tüm zerrelerinde hissetmekti gece okuyuşu. Kendi yüreğinde hissetmediği Kuran’ı, hissettirebilir miydi muhatabına? ‘Yapmadığınız şeyi niçin  söylersiniz’(61:2) uyarısına muhatap olanlardan olmamak içindi gece okuyuşu. Kalp ile dilin ahenginin sağlanacağı yegane zamandır gece okuyuşu. Ve bu okuyuş örnek olacaktı yolunun yolcusu ümmetine… Aşk olmadan, gece okuyuşu olmadan, sabır olmadan, sebat olmadan kısacası; ‘Gecenin sahibi olamadan, gündüzün mücahidi olmaya kalkan’ bizlere, bu işin nasılını öğretiyordu Allah’ın Resulü… Tecvitle, makamla değil, manaya nüfuz ederek okumak, Rabbinin rahmet pınarından kana kana içip, ikra’ şelalesinde arınıp, toplumunu arındırmak için yola çıkılan ilk menzildi gece okuyuşu... Belki de günümüz Müslümanlarının, omurgasız, ikiyüzlü, dirençsiz, samimiyetsiz ve sabırsız İslamcılığının sebebi, yola çıkmadan önceki ilk menzillerinin burası olmayışıydı. Yol azığı, yolun sahibinin dediği yerden ve dediği şekilde alınmadan yola çıkılırsa kat edilecek mesafede o kadar kısa ve zor olacaktı. Peygamberi anlamanın, peygamberce mücadele etmenin yolunun mücadeleye onun gibi hazırlanmaktan geçtiği, kutlu yolun yolcuları tarafından bilinmeliydi. Onu anlamanın yolunun, en fazla ağlayan ve ağlatan hocalar eşliğinde ona anma programları hazırlamak, adına mevlitler okutmak ya da kutlu doğum şölenlerinde ağıtlar yakmaktan geçmediğini bilmeliydi insanlar...
Kendini vahyin şarjına tutarak sabahlayan peygamber, gündüz yatabilir miydi? Mekke’nin zalim efendilerinin zulmüne sessiz kalabilir miydi? Öldürülen kız çocuklarının, kırbaçlar altında inleyen kölelerin, fuhuş bataklığına sürüklenen kadınların feryadına sessiz kalabilir miydi? İşte gündüz yapacağı bu büyük mücadele için gece hazırlamıştı Rabbi onu ve onun ümmetini. Tüm putlar ve putlaşmış zalim diktatörleriyle mücadele edilecek, Allah’tan başka ilahın olmadığı tüm kainata haykırılacaktı.
Adalet; hakkı, hak edene, hak ettiği kadarını vermekti. Bunu yapmamak ya da yapamamak; insana,   yaratana ve yaratılana yapılacak en büyük zulümdü… Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Lehebler, Ebu Cehiller hadlerini aşarak yeryüzünün ilahlığına soyunmuş zalim kişiliklerin prototipleri değil miydi? Doğunun ve batının sahibi ve ilahı olan Allah, müstekbirleşerek, yeryüzünü fesada uğratan bu zalimlere vahiyle haklarını ve hadlerini bildiriyordu. Kendinde biraz güç gören insanın, ilahlığa soyunarak oluşturduğu sahte iktidarlarının sonu gelmişti. Bunların zulüm üzerine kurdukları iktidarlarını, inanların elleriyle yerle bir edecekti Âlemlerin Rabbi. Bu kutlu mücadelede zaferi, sabırlı ve yürekli olanlar kazanacaktı. Çünkü zalimler, zulmederek, çalıp çırparak, gasp ederek elde ettikleri nimetlerin ellerinden gitmemesi için her yolu deneyeceklerdi. Bu kirli ve acımasız savaşta, zalimlerin, yaptıklarına ve yapacaklarına hazırlıklı olunmalı ve en güzel şekilde mücadele edilmeliydi… Firavun ve diğer zalimlerin, Musa’ya ve diğer Rasullere yaptıklarını, Mekkeliler de sana yapacaktı. Ama Mekkeliler ve diğer zalimler bilsin ki; Firavun ve benzeri zalimlerin saltanatları yerle bir oldu... Bundan ders almayanlara en büyük ders, kıyametti. O, çocukların bile saçlarını ağartan, dağları kum yığınlarına döndüren’ dehşetli sondur. Ve ardından, ‘keşke toprak olsaydım’ (78:40)dedirtecek cehennemin büyük azabı. Bunlar başınıza gelmeden, bu azaptan sakının, yoksa son pişmanlık fayda vermez diyor Rabbi, haddini bilmeyen insana…
Ey Muhammed ve arkadaşları, sizin yapacağınız işi ne kadar ciddiye aldığınızı Rabbiniz gördü ve sizin yükünüzü hafifletti. Artık gece kalkışlarında ‘kolayınıza gideni okuyun’. Hastalandığınız zamanı, rızık ve cihad gibi gündüz yaptığınız ve yapacağınız işleri, Rabbin biliyor ve size kolaylaştırıyor, Çünkü O, merhametlilerin en merhametlisidir. Ve unutmayın ki Rabbiniz iyilik adına ne yaparsanız onu bilir ve kat kat karşılığını verir. (Müzzemmil suresi)veli kurt


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MAHŞERİN DÖRT ATLISI..

TARİKAT, “YOLA GELMEK” MİDİR, “YOLUNU BULMAK” MIDIR…?