RAMAZAN HİSSEMEKTİR... -1-
Dinlerde aynı süreçlerden geçerek diğer dinleri etkiler ya da etkilenerek yeni formlara dönüşür. Yaşana durum belki de değişen hayatın kaçınılmaz dayatmalarıdır. Fakat burada ki asıl büyük tehlike, ahkâmlardaki ictihadi durum değil, dinin ana arterlerinde yapılan, ayarları ile oynanan köklü değişimlerdir. Burada yapılan her değişiklik, kavramların içeriğinin bozulmasına, dini anlayışın ve yaşamın yozlaşmasına, düşünce dünyasının sığlaşmasına kapı aralar.
İbadetler, kişiye bir taraftan ruhi terbiye ve
coşku verirken bir taraftan da hayat karşısında ki tavrını tutum ve
davranışlarının şekillenmesine sebep olur. Bundan dolayıdır ki ibadetlerin
hayata düşen bir iz düşümü mutlaka olmalıdır. Hayattan koparılmış İbadet, psikolojik
rahatlama aracına dönüşür ve seküler dünyanın terapi malzemesine haline gelir. Oysa
dinamik bir birey ve toplum yetiştirmeyi hedefleyen İslam’da ibadetler, bireyi
eğitip olgunlaştırırken aynı zamanda, toplumsal boyutuyla hayatın içine doğar
ve kaynaşmanın temellerini de atar. Bireyi kötülüklerden korumayan namaz, kıyama
dönüşmeyen hac, fakiri ezilmişlikten kurtarmayan zekât, kanaati, israfı, açları
düşündürmeyen oruç… anlamı, içeriği bozulmuş, şekle dönüşmüş ibadetlerdir. Oysa
bu ibadetlerin halka bakan tarafında; edilgen değil, etken bir tavrı olan
bireyler yetiştirmek ve bu bireylerle sağlam bir toplum inşa etmek vardır.
Hakka bakan tarafındaki “razı oluşta” tam burada başlar.
İbadet, bu yüzden kulluğun hayatla kesiştiği andır. Maalesef bütün kavramların profanlaşarak sekülerleştiği bir çağda dini kavramlarda nasibini almıştır. Kur’an’la kurulan ilişkinin şekle indirgenmesiyle başlayan, “mış gibi” Müslümanlık, her şeyin içini boşalttığı gibi ibadetlerinde içi boşaltılmıştır. İbadetler belirli zaman ve mekânlarda yerine getirilen terapi ya da gelenek haline dönüşmüş ritüellere indirgenerek, toplumsal yüzü törpülenerek, uhrevileştirildi. Bunun en çarpıcı örneklerden birisi de şu günlerde yaşamaya başladığımız Ramazan ve oruç ibadetidir. Orucun bireysel, sosyal, ahlaki içeriği eksiltilerek sadece teravih, iftar sahur arasına sıkıştırılan perhize indirgendi. Hatta içerik ve anlamının tersine dünyevileşmenin, tüketimin, sömürünün araçları haline getirildi. Ramazanın karnaval havasında eğlenceye dönüştürülmesi bunun göstergelerinden biri. Ekrandan sokaklara, oradan AVM'lere taşan Ramazan eğlenceleri, Ramazan sokaklarının otantik mekânlarında (pandemiden dolayı ara verilse de), egzotik ramazan içecekleri… kısacası alafranga zamanlarda yaşanan nostaljik zamanlar. Sadece bunlar mı? Hayır, mutfak masrafları katlanarak artarken, ekranları işgal eden yemek programları… ve her yıl artarak devam eden farklı Ramazan sektörleri… Yaptıkları roller ve akıttıkları gözyaşlarıyla ücretleri belirlenen hocalar ise bu sürecin bir başka faciadır. Bu iklimden rant devşirmeye telaşı ile ekranlarda köşe kapmaca oynayan, reyting adına timsah gözyaşları döken hoca efendiler hurafelerle süsledikleri din anlayışlarıyla zihinleri çöplüğe çevirir. Karnına taş bağlayarak iftarlığını fakire veren peygamberi gözyaşlarıyla anlatılırken, kendilerinin de, seyircilerinin de en büyük problemi hala, obozite ve düşürülemeyen kolesteroldür. Bütün bunlar insanı, Ramazanın ve Kur’an’ın tefekkür ikliminden uzaklaştırılırken, yaşanacak kutlu zaman dilimini kapitalizme kurban etmek için tasarlanmış “mış gibi” dindarlığın ürünleridir. Hıra’dan çıkışın müjdecisi, unutulan insanlığın hatırlatılışı, hayatın muhasebesi olan Ramazan, kalori hesaplarına kurban edilmştir.
Oysa Kur’an ayı olan Ramazan, hayvani arzularının kölesi olan, bedende esir kalan ruhları oruçla özgürlüğe kavuşturur. Her yıl yeniden iner, ilk günkü heyecan ve tazeliğiyle inanmış insanların yüreklerine. Bu inişe hazır etmeli insan ruhunu, bedenini, içinde yaşadığı toplumu ki, rahmet ikliminin sağanağından faydalanabilsin. Dünyevi istek ve arzulara bir sınır çekilsin ki, ruh hassaslaşsın, göz, kulak, el, ayak, kısacası bütün uzuvlar yüreğin/fıtratın sesine kulak verebilsin. Verilen nimetler paylaşılsın ki, toplum vicdanı yara almasın. Sunulan nimetlerden el çeksin ki acziyetler idrak edilsin, verene teşekkür borç bilinsin. Ve en önemlisi ona öyle bir boyun eğişle boyun eğsin ki; açlığa, susuzluğa, arzularına rağmen iradesini onun yoluna kurban edebilsin.
Bu anlam ve içeriğiyle
acaba Ramazan gerçekten oluşturması gereken ruhu ve heyecanı katabiliyor mu
bireye ve topluma? Oruç tutmaya, nefsini terbiye etmeye hazırlanırken
insanların çarşı ve pazar telaşı niye? Kur’an’ın inişine ruhu hazırlama
heyecanı yerine çarşı pazarın heyecanı garip değil mi sizce? Bu coşku, Ramazan
sonunda bireyin ve toplumun gönlüne, hayatına inecek rahmet sağanağını, Ramazan
sektörüyle nemalanan kesimin cebine ve kasasına indirme telaşıdır. Oysa şu
sorgulanmalı her Ramazan… İnişiyle insanlığa bin aydan(bir ömür) hayırlı bir
hayat sunan Kur'an, bu Ramazan bireyin ve toplumun hayatına yeniden indi mi?
Bunun sağlaması ancak şevvale taşınabilen değişimlerle anlaşılır. Hala sokak
çocukları çöplüklerden ekmek topluyorsa, işçinin emeği hala zenginler
tarafından sömürülüyorsa, garibanlar kurulan iftar çadırları sayesinde
kursaklarına giden sıcak çorbanın Ramazanın bitimiyle sona ereceğinin
endişesini taşıyorsa, Ramazanın bile dindiremediği bombaların altında
parçalanan çocuğunun cesedini arayan annenin feryatları hala arşı titretiyorsa
emin olun Ramazan oradan geçmemiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder