ASIL TEHLİKE KORONA MI?
ASIL TEHLİKE KORONA MI?
Bütün dünya korku, endişe, panik ama daha çok çaresiz bir
şekilde evlere tıkıldı. Görmediği, görmek istemediği acziyetini ve zayıflığını
zerrelerine kadar hissetti. Tamda bu süreçte belki de yapması gereken en önemli
iş “biz bu hale nasıl geldik?” sorusuna vereceği dürüst cevaplar belki bir daha
şansı olursa daha yaşanılabilir bir dünya için anlamlı olacak. Hani derler ya
“bir musibet bin nasihatten evladır” evet, şimdi bu musibetten nasihatler
çıkarma durumundayız. Eğer bunu çıkaramazsak bunu atlatsak bile daha büyükleri
kapımızda olacak sürekli.
Sosyal
medyada çılgınca devam eden komplo teorileri, gelecek tahminleri, yenidünya
düzenleri, yaşlı ve zayıf insanları ayıklama, nüfusu azaltma projeleri, ilaç
endüstrisinin virüs yayma ihtimali…okudukça, duydukça insan bunları yapabilir
mi diye dudakları uçukluyor ama yapabileceğini de yaptıklarına bakarak
bilebiliyoruz. Yıllardır Hollywood bu tür filmler yaparak bizleri buna
hazırlamadı mı?
Önce şunun tespiti
iyi yapılmalı. Bütün dünya bu felaketlerin(virüs,çekirge,kuraklık..vs)
pençesine nasıl düştü? Hatırlar mısınız Suriyeli
bir çocuk vardı, “sizi Allah’a şikâyet edeceğim” diye feryat eden. Evet, o ve onun
gibi milyonlarca masum yavrunun şikâyet ve vebali, zulme sessiz kalan tüm
dünyanın üstünde dururken, bu felaketlere çözüm üretilebilir mi? Birilerinin
mutlu ve lüks bir hayatı uğruna havanın, suyun, toprağın, ormanların vicdansızca
ve hoyratça katledildiği bir dünyada hastalıkların ve felaketlerin sonu gelir
mi? Yani insanlık şu anki tehlike ile değil, bu ve bunlar gibi yüzlercesini
üretecek zihnindeki ve vicdanındaki virüs batağını temizlemeyi göze almadıkça
sadece kendini ve insanlığı kandırır.
“İnsanın
başına gelenler kendi yaptıklarının sonucudur” diyen yaratıcı onu yeryüzüne
halife tayin etmişti. Fakat insan onun sözünü dinlemek yerine şeytanın ayartıcı
sesini dinlemenin faturasını ağır ödemekte. Âlemleri Rabbi olan Allah yeryüzünü
insana emanet etmişti ama o emaneti sahiplenmeye kalktı, onu hor kullandı, çocuklarına
zulmetti, kaynaklarını elinden aldı, kobay olarak kullandı, açlığa, yurtsuzluğa
mahkûm etti… Sadece insana mı zulmetti? Hayır. Havaya, suya, toprağa kısacası ulaşabildiği her şeye zulmetti.
Sömürdükçe gelişti, geliştikçe zalimleşti.. Ve geldiği nokta.. Gözle
bile göremediği bir virüsün önünde acziyetiyle baş başa kaldı. Geliştirdiği
teknolojiler, savunma sistemleri, savaş uçakları, silahları, gökdelenleri, dünyaya
hükmeden bankaları, borsaları… Evet, hepsi gözle göremediği virüs karşısında diz
çöktü, darmadağın oldu..
Fil
suresini hatırlar mısınız? Gücü ve ihtişamı ile baldırı çıplak Mekkelilerin
karşısına çıkarak hava atan Ebrehe’yi hatırlar mısınız? Ve sonrasını getirin
gözlerinizin önüne. Nereden geldiğini bilmedikleri Ebabillerin darmadağın
ettiği filler ve yenilmiş buğday başağına dönen Ebrehe’nin muhteşem ordusunu...
Sahne farklı ama senaryo aynı. İnsan zihnini değiştirmedikçe bu filmi daha çok
seyredecek gibi...
Aslında
niyetim bunları da anlatmak değil. Ben kendisini Müslüman olarak tanımlayan insanların
dünya böyle bir felakete doğru sürüklenirken takındıkları tutum ve davranışlarını
konuşmak istiyorum. Sorumuz ve sorunumuz şu: Tüm dünya kapitalizmin pençesinde
bir felakete doğru hızla giderken Müslümanlar; sürece eklemlenebilme, pazardan
pay alabilme adına topraklarını ve insanlarını pazarlamaktan başka ne yaptı? Oysa
İnsan, Allah’ın “yeryüzünde halifesiydi” ve Müslümanlar buna talip olma
iddiasındaydı. Ama bu kuru bir inanç ve laf olmanın ilerisine taşınamadı. Temeli,
hak ve adalet zemini üzerine oturmuş bir medeniyet projesi oluşturamadılar. Emanet
edilen yeryüzü talan edilirken zulme “dur” diyemediler. Kapitalizm
küreselleşirken topraklarını, ürünlerini, evlatlarını hatta değerlerini onlara
pazarladılar. Geldiğimiz noktaya bir bakalım. Virüs korkusundan Kâbe dâhil, camiler
boşaltılırken(karara katılıyorum), kapitalizmin tapınakları olan AVM’lerin hala
açık oluşu her şeyi aslında açıklıyor.
“Zulme
rıza zulümdür” diyen bir inancın müntesipleriyiz. Dünya, gözlerimizin önünde hunharca
yağmalanırken biz, hak ve adaletle Müslümanca yaşanabilir bir dünya kurma adına
ne yapabildik? En az okuyan, en az düşünen, en az üreten biz olduk. Biz hep
küresel sermayenin oyuncağı, çöplüğü ve yalakası olduk. “Okumak, adam olmak” demekti
kültürümüzde, ama adam olmak paralı olmak, güçlü olmak anlamına geldiği günden
beri “okumak” bile zalimin hizmetçisi oldu.. Ve “Rabbin adıyla
okumayanların” yeryüzünde neler yapabileceğine şahit olmaktan başka elimizde
bir şey kalmadı.
Dünya bu badireyi öyle ya da böyle atlatır
ve küresel kapitalizm bundan kendine göre dersler çıkaracak, yeniden organize olacak,
eksiklerini gözden geçirecek, deliklerini tıkayıp yoluna devam edecek. Çünkü o,
“öldürmeyen felaketlerin insanı güçlendirdiğini” bildiği gibi krizleri de
fırsata çevirmesini bilir. Bir kişide kalsa o dünyanın sahibi olmak için
mücadelesini sürdürür. Çünkü “yaşamak için öldürmek lazım” onun hayat
felsefesidir. “Cenneti, yeryüzünde yaşayacaktır” ve o ne kadar güçlü olursa kuracağı
cennette o kadar ihtişamlı olacaktır. Burada asıl can alıcı soru şudur: Müslümanlar
kriz sonrasında nasıl bir dünya kuracaklar? Daha doğrusu kapitalizmin bu
acımasız dünyasına eklemlenmekten başka bir dünyaları olacak mı? Yoksa Kapitalizmin
kucağına oturup, beş yıldızlı otellerde Kâbe manzarası seyretmeye, virüs
salgını bitip Cuma “kılma izni” çıkınca, namazını kılıp “kapitalizmden bize de pay ver
ya Rabbi” diye dua etmeye devam mı edecek? İki farklı dünya arasına kurduğu bu
ucube ilişki biçimi yüzünden Müslümanlar; ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranabilmekte
tıpkı yaşanmakta olan felaketteki virüsün kimseyi tanımadığı gibi kimse onu tanımamakta ve muhatap almamakta.
Felaket
tellallığı yapmak değil derdim. Fakat bu soruları şimdi sormaz ve cevaplarını
bulmazsak bir daha sormaya vaktimiz kalmayabilir. Tabiat, kendisiyle
“savaşılmamasını” istiyor. Biz tabiatın sahibine onu; “adaletli, merhametli,
tohumu ve ürünü bozmadan, kirletmeden, paylaşarak” kullanacağımıza dair söz vermiştik
ve bu felaketler bize tutamadığımız sözümüzü hatırlatıyor. İnsan unutan,
hevasının peşine düşen bir varlıktır. Felaketler ise yine insanın kendi
yaptıklarına bağlı olarak ona konumunu ve hatalarını hatırlatan bir olgudur. Kapitalizmi
din edinenlerin bu sözü duyması ve hatırlaması mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla kıyamet
ile hayat arasında sadece Müslümanların bu sözü hatırlaması ve dünyaya
hatırlatmasından başka hiçbir şey kalmadı. İnsan öncelikler şunun ayrımına iyi
varmalı. Dünyayı mahveden virüsün yerleştiği yer sadece organlar değil, korona
ve onun gibi binlercesini doğurma potansiyeline sahip virüslerin asıl
yerleştiği ve ürediği yer insanların akıl ve vicdanlardır. Buralar steril hale
getirilmedikçe insanlık kıyamet bir adım daha yaklaşmış olur.. Kıyameti Allah
değil, insan kendi hazırlar..
“Gözler kamaştığı, ay
karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan
"kaçış nereye?" diyecektir. Hayır, hiçbir sığınacak yer yoktur. O gün
varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur. O gün insana, yapıp önden
gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir. Hatta mazeretlerini
ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şahittir.”(Kıyame:11-14)
(Veli KURT-18.03.2020)
Yorumlar
Yorum Gönder