DİN VE MİTOLOJİ BAĞLAMINDA ASHABI KEHF KISSASI...
DİN VE MİTOLOJİ BAĞLAMINDA
ASHAB-I KEHF KISSASI..
ASHAB-I KEHF KISSASI..
Mitoloji, farklı tanımlamaları
olmakla beraber genelde; “bir din veya
bir halkın kültüründe tanrılar, kahramanlar, evren ve insanın yaratılışına dair
tüm sözlü ve yazılı efsanelerin birikimi” olarak tanımlanmıştır. Her
toplumda bu tür mitolojik anlatılar her zaman olagelmiştir. Bu anlatıları
sosyolojik, psikolojik, dini ve kültürel birçok sebep besler. Biz yazıda genel
anlamda mitolojiler üzerinde durmaktan ziyade dini mitoloji ve bilhassa İslam’a
girmiş olan mitolojiler üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Akla şöyle bir soru gelebilir.
Din gibi hayata dair olan bir olgu, mitoloji/efsane gibi “hayale” dayalı bir
olgu ile nasıl yan yaya gelmekte? Bu iki zıt kavramı yan yana getiren en önemli
faktörü, din dilinin soyut, aşkın ve sembolik ifadeler içermesinde aramak
gerekir. Aklı ve düşüncesinin sınırları belli olan insana sınırsız bir bilgiden
bahsedebilmenin yolu soyut ve sembolik ifadelerin kullanımından geçer. Kutsal
kitapların soyut ve sembolik ifadeleri çokça kullanması, hitabı “evrenselleştirdiği”
gibi insana kendisi ile kuracağı ilişkide akıl ve bilgi seviyesine göre
iletişim kurabilme, tasavvur edebilme fırsatını verir. Yani cennet bir mümin
için “huri ve köşkü” ifade ederken bir başka mümin için “yaratanın rızasını”
ifade edebilir ve biri diğerini nakzetmez. Düşüncede somuttan soyuta/aşkına
geçiş kişini yaşına bağlı olduğu kadar bilgi birikimine de bağlı olarak
gelişir. Dini efsanelerin tamda ürediği, üretildiği ve prim yaptığı yer
burasıdır. Tanımlayamadığı, anlayamadığı bu soyut alanı anlayacağı şekle sokarken
bazen gerçek hayattan karşılıklar bulmuş bazen de hayali bir takım varlıklar ve
olaylar icat etmiştir. Bu durum ise kutsal kitapları hurafeler yığınına
dönüştürürken insanları da paganizmin ve şirkin batağına düşürmüştür.
Mitolojiler sarmaşığa benzer. İlk
etapta estetik olarak insan gözüne hoş gözüküp ona ilham verebilir. Ama bu durum
sarmaşığın asalak bir bitki olduğu, sarmalına aldığı şeyin hava ile temasını
kestiği, içinde birçok zararlı varlıkların yaşamına ortam hazırlayarak onu için
için çürüttüğü gerçeğini değiştirmez. Dinin etrafını saran mitolojilerde aynen
sarmaşık misali onun hayatla olan bağını koparır, zararlı ve tehlikeli şeyleri
dinin içine sokarak tahribatlara neden olur. Efsaneler, dini ruh, heyecan,
motive anlamında, insana bir takım katkı ve imkânlar sunar ama bunun sınırı ve
kontrolü yoktur.
Din
hayata doğar ve onu şekillendirir. Hayattan uzaklaştıkça din işlevini yitirir ve
kocakarı masalına dönüşür. Bilinçli ya da bilinçsiz ama mutlak surette bu iş
için mitolojiler biçilmiş kaftandır. Mekke müşrikleri “bize bir melek
gönderilmeli değil miydi?” diye “insan peygambere” itiraz ederlerken
zihinlerinin arkasında yatan şey, mitolojik yani “hayattan kopmuş” bir din talebiydi.
Çünkü bir meleğin insan yaşamına dair pratik bir karşılığı yoktu ve böylelikle
din hayattan koparılacaktı. “Çarşıda, pazarda dolaşan bir peygamber olur muymuş?”
sözü de aynı amaca matuf bir itirazdı. Çarşıya pazara hükmeden bir din ve
peygamber istemiyorlardı kısacası. Ama Allah, “siz insan olduğunuz için size
insan peygamber gönderiyorum” diyerek itirazlarını ve varmak istedikleri
kurnazlığın önünü kesiyordu.
Ama insandı bu, kapıdan kovsan bacadan girerdi.
Nitekim öylede oldu. Allah “insan peygamber” gönderdi ama insan onu “melekleştirerek”(hayatla
bağlarını kopararak) veya Hz. İsa örneğinde olduğu gibi “tanrının oğlu” yaparak
göğe çıkardı ve yeryüzünü yine bildiği gibi hareket etmenin yolunu buldu. Böylece
Allah’ın peygamberleri sadece “tebliğ” için değil aynı zamanda, “onda sizin için
güzel örnekler vardır” diyerek insanlara onları model yapışı “boşa düşürülmeye”
çalışıldı.
Mitoloji/ efsanelerin çıkışı ve
gelişimi üzerine tutmaya çalıştığımız projeksiyonu biraz daha özelleştirerek İslam’a
nasıl girdikleri üzerinde duralım.Öncelikler insan kültürel etkileşimlere açık bir varlıktır. Dolayısıyla insan, kültürel olarak etkilediği
gibi, etkilenir de. Bilhassa baskın kültürlere karşı oldukça korunmasızdır.
Arabistan coğrafyasında doğan İslam kısa süre sonra başta Roma, İran, Afrika ve
Hindistan gibi birçok bölgeye hızla yayıldı. Bu bölgelere yayılmasıyla farklı
inanç gruplarıyla tanışmanın ve etkileşmenin kapısını da aralanmış oldu. Süreçte
İslam, diğer kültürleri derinden etkilerken etkilendi de. İslâm kültürü içerisinde
yeniden yoğrularak yeni formlar kazanan bu kültürler tefsirden, hadise, kelamdan,
akaide, edebiyattan, sanata tüm eserlerde muhkem bir yer edinerek inançları
şekillendiren bir konuma ulaştı. Mitolojik anlatıların İslam’a girmesini sadece
kültürel etkileşimlerle sınırlı değildi. İslam’ı kabul eden farklı inanç
gruplarına sahip insanların eski inançlarını kapının dışına bırakarak girmemesi,
bunları gerektiği zaman tekrar tedavüle sokmaları hurafe ve efsanelerin
yaygınlık kazanmasına sebep oldu. Bu süreç, İslâmî kavram ve inanç unsurların
eski kültür ve inançlarla yeniden harmanlayarak yorumlanmasına ve yeni literatürlerin
oluşmasına ortam hazırladı. İslâm’ın “iman esasları içerisinde yer alan, Melek,
Peygamber, Ahiret inancı ve bununla bağlantılı olan Kıyamet, Deccal, Ye’cüc-
Me’cüc, Mehdî, Dâbbetü’l-Arz, Mahşer, Mîzan, Hesap, Sırat köprüsü, Cennet,
Cehennem gibi kavramlar diğer kültürlerden gelen bu bilgilerle yeniden yorumlandı
ve boşluklar bu anlatılarla dolduruldu
Burada Yahudilik için özel bir bölüm
açmak lazım. Bilindiği üzere, Kur’an-ı Kerim’deki
peygamber kıssaları ,“Nuh Tufanı”, “Ashab-ı Kehf”, “Zü’l-karneyn” ve
“Musa-Hızır” gibi kıssaları ihtiva eden ayetler indiğinde Mekkelilerin Hz.
Peygambere ilk tepkileri, bunların “eskilerin efsanelerinden, mitolojilerinden
(esâtîru’l-evvelîn) başka bir şey olmadığını söylemek olmuştu. Çünkü bu
kıssaların çoğunu aynı biçimde olmasa da Kitab-ı Mukaddes üzerinden
biliyorlardı. Müslümanlar Kur’an’daki birçok kıssanın farklı varyantlarını
Tevrat ve Talmut’ta bulunca ayrıntı ve detayları buradan tefsirlere geçirme
konusunda bir sakınca görmedi. Aralanan bu kapı birçok soru ve sorunu da
yanında getirdi.
Ashabı
Kehf ve mitoloji..
Kehf suresinde anlatılan mağara
arkadaşları kıssası bir anlatının nasıl efsaneye dönüştürüleceğinin yaratıcının
kendi dili ve üslubuyla anlatması oldukça önemli ve manidardır. “Biz doğrusunu
anlatsak da siz bilmediğiniz konularda yine atıp tutacak ve vermek istediğimiz
hikmeti ve dersi yine göremeyeceksiniz” der adeta. Ama insan Rab’ının tüm
uyarısına rağmen olayı yine istediği boyuta ve amaca taşımıştır. Surenin 9-26.
ayetleri arasında anlatılan kıssanın ilk bölümünde gençlerin niye mağaraya
saklandıkları anlatılır ki asıl dikkat çekilen yer burasıdır. Surenin indiği
dönemde Müslümanlara yapılan baskılar en üst seviyeye çıkmış Mekke’de artık onlar
için ölmek ya da göç etmekten başka seçenek kalmamıştı. Böyle bir süreçte Kur’an
tarihin başka bir döneminde yine aynı kadere mahkûm olan gençlerden bahsederek Müslümanlara,
“yılmak yok” der. O gençler ki zalim hükümdarın karşısına çıkmışlar ve: "Bizim
Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilâh deyip
tapmayız, yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz,
Allah'tan başka ilâh edindiler. Onların ilâh olduğuna dair açık bir delil
getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?”
Demişlerdi. (Kehf:14-15)
Zalimlerin karşısında hakkı
savunmanın bedeli tüm zamanlarda hep ağır olmuştur. Tarihin bir döneminde yaşanan
bir zulüm ve direniş hikâyesi (yer ve zaman bildirilmeden) anlatılıyordu. Hikâyenin
kahramanı olan gençler inançlarından dolayı ağır bedeller ödemiş ölüme mahkûm
edilmişlerdi. Yer, zaman ve kişiler değişse de hikâye hep aynıydı ve şu anda da
Mekkeli Müslümanlar yaşamaktaydı bu zulmü. Kıssanın kahramanları ile Mekkeli Müslümanlar
arasında bir bağ kuruluyordu: “Mekke zalimlerinin size yaptıklarının aynısını
onlara da yaptılar. Onlar canlarını kurtarmak için zindandan kaçıp dağlara
mağaralara sığındılar. İnancı için kovulan, sürülen, ölüme mahkûm edilenler ilk
siz değilsiniz ve sonda olmayacaksınız"deniliyordu. Ve yine, “Mekke’den çıkmak
gerekiyorsa çıkın ama onlara boyun eğmeyin” mesajı veriliyordu. Onların yıllar
sonra tekrar uyandırılması ise, ektikleri tohumların meyvelerini gösteren, “kutlu
müjdeydi.” Ve Hak geldiğinde Batılın ortadan kalkması Allah’ın inananlara bir
va’diydi. Dünya gözüyle gençler bunu görmüştü ve Müslümanlarda mutlaka
göreceklerdi. Yeter ki işkencelere göğüs germek, hicret etmek pahasına olsa da
imanlarında sebat etmiş olsunlardı.
Nebevi mücadelenin en ağır dönemleri
yaşanırken Allah resulüne ve mücadele arkadaşlarına sabrı ve zaferi müjdeleyen
bu ayetlerin daha sonra nasıl anlaşılacağı ve mesajın nasıl efsanevi anlatılara
kurban edileceği ve hayattan kopartılacağı bölüm gelir ardından. “Onlar,
üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. Diğer bazıları da
"Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir " diyecekler. Her ikisi
de bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (kimileri de:) "Onlar, yedi
kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: "Onların sayılarını
Rabbim daha iyi bilir." Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar
hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç
kimseye de bir şey sorma” (Kehf:22) Evet hayata, mücadeleye yön ve hız
verecek bir olay yapılan spekülasyonlarla bir mite dönüşmüştü. Tam da Allah’ın
dediği gibi bugün biz mağara ashabının sayılarını, isimlerini, köpeğinin
cinsini, ismini tartışırken ne adına mücadele verdiklerini unuttuk. Kıssanın verdiği
ders, katmak istediği direniş ruhu yapılan kısır tartışmalara kurban edildi, tüm
uyarılarına rağmen.
Tartışma sadece bununla mı sınırlı
kaldı? Hayır. Sıra kaç yıl kaldıklarına gelir. Allah’ın tüm uyarılarına rağmen
tartışma konusu artık şimdi de mağarada kalınan süredir. “Onlar, mağaralarında üç yüz yıl
kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir. De ki:
"Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Göklerin ve
yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! (Kehf:25-26)
Allah son noktayı kor aslında, "Onların
ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir.” Ama insan hala kafasındaki
ütopyanın peşindedir. Çünkü o buradan ders çıkarma değil, buradan bir mit
üreterek onun üzerinden kazanacağı rantın peşindedir. “Dediler ki: "Üstlerine bir
bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir."
Sözlerinde üstün gelen müminler: "Üzerlerine muhakkak bir mescit
yapacağız." dediler.(Kehf:22)
Evet, İbrahim’in kutsal beytini put
haneye çeviren Mekkeliler, Süleyman’ın mabedini ticarethaneye Yahudiler gibi onlarda
mağaranın üzerine bir kilise yaparak reklam ve rantın peşine düşmüşlerdi. Bugün
20’nin üzerinde Ashabı Kehf mağarasının ihdas edilmesi, her birinin birer
turizm merkezine dönüştürülmesi ve buralarda hurafenin her türlüsünün din adına
yapılması realitesi düşünüldüğünde, gençlerin zalimler karşısında verdiği
mücadelenin nelere alet edildiği daha net bir şekilde anlaşılmış olur.
Anlatılan kıssanın sebebi nüzulleri
arasında gösterilen “Allah çocuk edindi dediler”
iftirası ise kıssada dikkat çeken bir başka noktadır. Bu kıssa atılan iftiraya
mağara arkadaşlarının yıllar sonra tekrar uyanma mucizesi ile cevap verilirken
aynı zamanda bir din dili inşa eder. Sure bir taraftan aklın sınırlarını aşan, gaybi
alanları efsanelerle doldurarak hikmeti, hurafe ve efsanelere dönüştürmenin
tehlikesine dikkat çekerken bir taraftan da Hz. İsa’nın mucizevi doğumunu bir
babaya nispet ettirme adına “Tanrının oğlu” iftirasına uzanan rasyonelleştirme
sapkınlığına dikkat çeker. Aklın almadığını efsanelerle anlatmaya kalkarak dini
hayatın dışına itme ile yine dini aklın sınırları içine hapsederek haşa Allah’ı
kendi kudret ve bilgisi ile sınırlandırarak rasyonelleştirme çabası dini tahrif
eder. Bu durumun faturası ise kocakarı hikayeleri formatında anlatılan
mitolojik dini anlatılara anlam veremeyen zihni aldığı eğitim ile zihni
rasyonelleştirilmiş gençliğe çıkar.
Özetleyecek olursak Kur’an insana
öğüt verir, onu adaletli olmaya, doğru ve dürüst olmaya sevk eder. Tarih
boyunca süregelen hak ve batılın mücadelesinden örnekler verir. Süreci destekleyen
bu kıssalarda yer, zaman ve mekâna, peygamberler hariç isim detayına girilmez.
Anlatılan her ayrıntı konuyu amaçtan uzaklaştırarak maksadın merkezine zamanı, mekânı
ve kişileri oturtur. Oysa Kur’an zaman, mekâna ve kişilere kayıtlı olmayan
evrensel ilkeler koyma peşindedir. Buna rağmen öğüt almak yerine kıssaları bazen
magazinleştiren, bazen efsaneleştiren ve böylece Kur’an’ın hayatla bağlarını
koparan insanlar hep olmuştur ,olmaya da devam edecektir.. 05.03.2020 - VELİ KURT
Slot Machines & Machines - JTM Hub
YanıtlaSilYou can 제주 출장안마 also search a wide 논산 출장마사지 variety of 춘천 출장샵 slot machines in 울산광역 출장안마 the 진주 출장마사지 UK and US at J.T.H.R.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.S.R.