Gecenin Karanlığından Hüsna’nın Aydınlığına…

                 




                      Gecenin Karanlığından Hüsna’nın Aydınlığına…
          “Sarıp-örttüğü zaman geceye, Parıldayıp-aydınlandığı zaman gündüze andolsun,Erkeği ve dişiyi yaratana; Gerçekten sizin çabalarınız (çelişkili, parça parça) darmadağınıktır.” Karanlık geceleri, sabahın aydınlığı karşılar. Karanlığın şerrini fırsata çeviren, vicdanı kararmış insanlar istemeseler de, kavuşacaktı yeryüzü, beklediği aydınlığa. Karanlıklardı belki, bize aydınlığın kıymetini kavratan, yolunu gözleten. Karanlığın, aydınlığın, erkeğin ve dişinin Halik’ı, yarattıkları arasına öyle bir ahenk ve senkronize ilişki koymuştu ki, bu; yüzlerce enstrümanın, orkestra şefinin direktifleriyle tek bir sese dönüşerek icra ettiği sanat eseri kadar, muhteşem ve kusursuzdu. Kozmik âlemdeki ilişkiye, ne kadar şahid olur ve ayak uydurabilirse insan, âlem de o kadar şehadet edecektir, insanın emanete olan sadakatine.
          Vahiy, hayatı sadeleştirerek, tek merkezden kontrol edilen tevhidi bir anlayışa dönüştürür. Ve yine vahiy, bir damla suyla başlayıp, “er kişi ya da hatun kişi niyetine” sözüyle biten hayatta, sınırlı gücüne rağmen, haddini aşan insana, bu âleme sahip olmaya değil, şahit olmaya geldiği hatırlatılır. Ama insan, sade yaşamının üzerine ne kadar; makam, mevki, zengin, fakir, efendi köle, patron, işçi vs. gibi sıfatlar eklerse, hayatı o kadar zorlaştırır ve acımasızlaştırır. Fiillerindeki çeşitlilik arttıkça, zihin dünyası daralır ve hayat anlamını yitirme başlar. Oluşan parçalı zihin, aynı olaylara farklı tepkiler veren, ortak düşmana bile ortak tavır üretemeyen, kendi meşruiyeti için temel ilkeleri bile tahriften çekinmeyen kimliklere dönüştürür. Olaylara Rabbin bak dediği yerden bak(a)madığı için ortak dili ve duyarlılığını da kaybeder. Oysa Tevhid, kişiye, Allah ve Resulünün hükümlerine teslimiyeti emrederek, başka seçenekleri ortadan kaldıran, ortak bir duyarlılığın adıdır. Tevhid, bütünlüğü/bölünmezliği zorunlu kılan, farklı tonlarda da olsa, kıyısından, köşesinden edilen iman, şeytanın istediği,  ama Allah'ın (cc) kabul etmediği bir seçimdi. İnsanın itaat edeceği kişi ve makam seçeneği arttıkça, insanın boynuna atılan kement sayısı artacağından, efendileri çoğaltacak, özgürlüğünü azaltacaktı. Oysa onun özgürlüğü tek olan yaratıcısına itaatte gizliydi.
         “Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa  Ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız.  Mekke’nin şirk düzenini derinden sarsarken tevhid inancı, en büyük tepkiyi zengin müşriklerden alıyordu. İslam, Müşriklerin tortulaşan zihinlerini, kararan vicdanlarını, servete bakışlarını, tevhidi bir anlayışla, yeniden dizayn ediyordu. Hesabı verilebilir bir hayat algısı üzerinden, insanın servetle ilişkisi formatlayıp, fıtri bir ilişkiye dönüştürerek, Meta’un galilden, meta’un Naime, kapı aralıyordu. Bende varsa, kimsede olmasın diyen insana, bende var, sende de olsun, hatta benimki de senin olsun diyebilen bir bilinç aşılanırken, servetin kulu değil, sahibi olacak insanın temelleri atılıyordu. Atılan bu temel üzerine kapitalist ya da sosyalist bir servet/ahiret ilişkisi inşa edilebilir miydi?
            İslam dünyasının önündeki en büyük tehlike ise, bütün dünyayı saran sekülerleşme çığlığıydı. Alternatif üretmek yerine evrilerek bu sisteme entegre olmaya çalışması, İslam’a yapılan en büyük zulümdü. İslam, bireysel ve toplumsal ilişkileri, cahiliye sisteminin enkazları üzerine değil, kendi hayat algısı üzerine inşa eder. ‘Hüsna’yı tasdik’, teorik değil, pratik bir olgudur ve eyleme dönüşmeyen iyiliğin, kötülüğün değirmenine su taşımak olacağını öğretir insana… İslami bir takım renk ve ritüellerle dönüştürülmeye çalışılan dini anlayışlar, insanı ‘kolaya’ değil, ‘zoru kolaylaştıran’ bir sonuca götürür. Bu, Rabbi aldatmaya kalkmak ve kendi elleriyle kendini tehlikeye atmaktır. Kapitalist, liberal, demokrat, modern, seküler düşünce sistemlerini, İslam’la sentezleyip, yeni bir İslami anlayış oluşturma adına, İslami kavramların içi boşaltıp, rötuşlayıp, cilalayarak servis etmek, dini yozlaştırarak, tahrif etmektir. Kapitalizmin kurallarına göre elde edilen servet, yine onun kurallarına göre harcanacağından, vermeyi değil, yığmayı, başkası için değil kendi için harcamayı, ezilmemek için ezmeyi meşru kılan bir ideolojinin, yeşile boyanarak İslamileştirilmesi olacaktır. Derin hocaların dualarıyla açılan, bilmem kaç yıldızlı otellerde, tesettürü modaya dönüştürüp, mankenlerle sunmak, onu İslami yapmayacak, asgari ücrete çalıştırılan işçilerin sırtından kazanılın paraların da İslami bankalara yatırılması onu arındırmayacaktır. Çünkü İslam, paranın nasıl kazanılacağını da, harcanacağını da belirlemiştir. Dini cemaat ve liderlerin, büyüme, güç sahibi olma adına, güce ve iktidarlara olan yanaşma tutkusuyla, sağlanacak fırsatlara fit olunarak verilen fetvalar, İslam’ın servet/infak ilişkisini zedelemiş ve sömürü düzenlerini de meşrulaştırmıştı. Oysa kendi kavramlarını kendi üreten İslam, tezkiye olmayı (arınmak-korunmayı), zikir çekerek, güç devşirerek değil, infakla elde edileceğini öğretir. Salebe’nin koyunlara olan tutkusunun ona neye mal olduğu anlaşılmadığında, “Çocuklarına ne bıraktın” sorusuna “Allah ve resulü yetmez mi?” cevabı, vaizlerin kürsülerden anlattığı tarihi bir nostalji ya da cemaati ağlatmak için anlatılan lirik bir hikaye olmayı geçemeyecektir.
           “Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse Ve en güzel olanı yalan sayarsa, Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız. Kendini her türlü ihtiyacın üzerinde görmek, kendi kendine yeteceğini vehmetmek, kula yakışmayan bir had bilmezlikti. Servetine güvenip, arsızlık ve azgınlık yapan, emri altındakilere zulmeden, mal ve iktidarın gücüne yaslanarak, servetlerini koruma ve meşrulaştırma adına yasalar ihdas eden zalimlere, ‘zoru kolaylaştıracaktı’. Artık iyilik yapmak, onlar için dünyanın en zor işi olacak, “Dilerse Allah’ın doyuracağının biz mi doyuracağız” (Yasin 47) diyerek, iyiliği enayilik gibi görmeye başlayacaklardı. Modern zamanların materyalist kafası da, zayıfa yardımı ona yapılacak en büyük kötülük ve onun asalaklaştırılmasıdır diye iyiliği reddetmiyor muydu? Yığdığı servetin başta kendi hayatı olmak üzere kaç kişini hayatını zindana çevirdiğini bir anlayabilseydi, hayat daha çekilir hale gelecekti. Fakat kapitalizm, zihinleri iğdiş etmiş, sunduğu yeni hayat modeliyle; güçlü olanın hayat bulabildiği, bencil ve zorba bir sistem oluşturmuş, zulmü meşrulaştırmıştı. Üç beş mutlu azınlığın mutluluğu için dünya kaosa sürüklenmiş, kontrol edilemez bir haz ve hırs tutkusu insanlığı batağa saplamıştı. Modern insanın hastalığı, depresyon, kaygı, stres ve buna bağlı olarak hızla artan intihar vakıalarının daha çok ekonomik refahı yüksek insanlar arasında yaygınlaşması bunu göstergesi değil miydi? Kendini tükettiği kadar değerli gören, sahip olduğu eşya ile anlam kazanan, birçok bedeller ödeyerek sahip olduğu eşyanın daha zevkini tadamadan bir üst versiyonun çıkmasıyla yaşadığı depresyonu, (sanki kendi modeli düşürmüş gibi) ancak bir üst versiyonuna sahip olunca atlatılabilen bir insan yaratmıştı. Mutluluk algısını eşya üzerinden kuran insan, kendini de eşyalaştırmış, harcadıkça harcanan bir metaya dönüşmüştü. ‘Ben kimim’ sorusundan çok, ‘bana ne derler acaba’ sorusunu soran, başkalarını beğenisi üzerine kurulan bir hayat tarzı onu kişiliksizleştirmiş, dünya ve ahiretini de zora sokmuştu. Zevk, eğlence, haz ve tüketim, moda diye ambalajlanarak, ‘zor olan’, cehennemin yolu kolaylaştırılmıştı. “Pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin. Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.” (İ.ÖZEL)

           İslam kolay olana, fıtri olana, çağırır. Vahiy, temiz olarak gelinen dünyadan, temiz olarak gidişin adresini tarif ederek, vuslata erdirir. O’nun olanı, O’nun için vermeyi, arınmanın yolu yaparak, arınanların yurdu olan Cennet’in yolunu kolaylaştırır. Kerem sahibi olanın rızasını kazanmak, kerem sahibi davranışlarla olacağını öğreterek, kerem sahibinin ikramına mazhar kılar. O’nun olanı sahiplenerek, cimrilik yapmak ise, vahye olan yönelişi zorlaştırarak, şeytani olana meyli arttıracak ki, bu; ‘zor olanın ‘(Cehennem)  kolaylaşmasıdır.(veli KURT-Leyl suresi)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MAHŞERİN DÖRT ATLISI..

TARİKAT, “YOLA GELMEK” MİDİR, “YOLUNU BULMAK” MIDIR…?