RAMAZAN HİSSEMEKTİR... -1-





                             RAMAZAN HİSSETMEKTİR...-1-
  

                   Düşünceler kavramlarla hayat bulur. Her dünya görüşü kendi ürettiği kavramlar üzerine kurar temellerini. Kavram ve içerik üretemeyen yapılar etkiye açıktır ve zaman içerisinde etkilendikleri düşüncelerin potası içinde erimeye, yok olmaya mahkûm olur. Bu değişimler çoğu zaman hissedilmezler bile. Hatta öyledir ki gelinen noktadan sonra geçmişe ait düşünce ve davranışlar artık birer kompleks halini alır. Çünkü kavramlarla beraber zihin dünyası, hayat algısı değişir, duyarlılıkları kaybolur yeni bir forma dönüşür. Kur’an bu değişimi şöyle tanımlar: “Onlar kelimeleri yerlerinden oynatır.” Kelimeler ve kavramlar düşüncenin can damarlarıdır. Damarların tıkanması o bölgeye hayatın akmaması, felç olması demektir. Düşüncelerin eyleme dönüşmüş hali olan ibadetler şeklen vardır ama ruhen ölmüştür artık. Ve daha da önemlisi durum o kadar içselleşmiştir ki, artık doğru/asli olanı konuşmak dahi suçtur ya da yobazlıktır.  

         Dinlerde aynı süreçlerden geçerek diğer dinleri etkiler ya da etkilenerek yeni formlara dönüşür. Yaşana durum belki de değişen hayatın kaçınılmaz dayatmalarıdır. Fakat burada ki asıl büyük tehlike, ahkâmlardaki ictihadi durum değil, dinin ana arterlerinde yapılan, ayarları ile oynanan köklü değişimlerdir. Burada yapılan her değişiklik, kavramların içeriğinin bozulmasına, dini anlayışın ve yaşamın yozlaşmasına, düşünce dünyasının sığlaşmasına kapı aralar. 

        İbadetler, kişiye bir taraftan ruhi terbiye ve coşku verirken bir taraftan da hayat karşısında ki tavrını tutum ve davranışlarının şekillenmesine sebep olur. Bundan dolayıdır ki ibadetlerin hayata düşen bir iz düşümü mutlaka olmalıdır. Hayattan koparılmış İbadet, psikolojik rahatlama aracına dönüşür ve seküler dünyanın terapi malzemesine haline gelir. Oysa dinamik bir birey ve toplum yetiştirmeyi hedefleyen İslam’da ibadetler, bireyi eğitip olgunlaştırırken aynı zamanda, toplumsal boyutuyla hayatın içine doğar ve kaynaşmanın temellerini de atar.  Bireyi kötülüklerden korumayan namaz, kıyama dönüşmeyen hac, fakiri ezilmişlikten kurtarmayan zekât, kanaati, israfı, açları düşündürmeyen oruç… anlamı, içeriği bozulmuş, şekle dönüşmüş ibadetlerdir. Oysa bu ibadetlerin halka bakan tarafında; edilgen değil, etken bir tavrı olan bireyler yetiştirmek ve bu bireylerle sağlam bir toplum inşa etmek vardır. Hakka bakan tarafındaki “razı oluşta” tam burada başlar.

        İbadet, bu yüzden kulluğun hayatla kesiştiği andır. Maalesef bütün kavramların profanlaşarak sekülerleştiği bir çağda dini kavramlarda nasibini almıştır. Kur’an’la kurulan ilişkinin şekle indirgenmesiyle başlayan, “mış gibi” Müslümanlık, her şeyin içini boşalttığı gibi ibadetlerinde  içi boşaltılmıştır. İbadetler belirli zaman ve mekânlarda yerine getirilen terapi ya da gelenek haline dönüşmüş ritüellere indirgenerek, toplumsal yüzü törpülenerek, uhrevileştirildi. Bunun en çarpıcı örneklerden birisi de şu günlerde yaşamaya başladığımız Ramazan ve oruç ibadetidir. Orucun bireysel, sosyal, ahlaki içeriği eksiltilerek sadece teravih, iftar sahur arasına sıkıştırılan perhize indirgendi. Hatta içerik ve anlamının tersine dünyevileşmenin, tüketimin, sömürünün araçları haline getirildi. Ramazanın karnaval havasında eğlenceye dönüştürülmesi bunun göstergelerinden biri. Ekrandan sokaklara, oradan AVM'lere taşan Ramazan eğlenceleri, Ramazan sokaklarının otantik mekânlarında (pandemiden dolayı ara verilse de), egzotik ramazan içecekleri… kısacası alafranga zamanlarda yaşanan nostaljik zamanlar. Sadece bunlar mı? Hayır, mutfak masrafları katlanarak artarken, ekranları işgal eden yemek programları… ve her yıl artarak devam eden farklı Ramazan sektörleri… Yaptıkları roller ve akıttıkları gözyaşlarıyla ücretleri belirlenen hocalar ise bu sürecin bir başka faciadır. Bu iklimden rant devşirmeye telaşı ile ekranlarda köşe kapmaca oynayan, reyting adına timsah gözyaşları döken hoca efendiler hurafelerle süsledikleri din anlayışlarıyla zihinleri çöplüğe çevirir. Karnına taş bağlayarak iftarlığını fakire veren peygamberi gözyaşlarıyla anlatılırken, kendilerinin de, seyircilerinin de en büyük problemi hala, obozite ve düşürülemeyen kolesteroldür. Bütün bunlar insanı, Ramazanın ve Kur’an’ın tefekkür ikliminden uzaklaştırılırken, yaşanacak kutlu zaman dilimini kapitalizme kurban etmek için tasarlanmış “mış gibi” dindarlığın ürünleridir. Hıra’dan çıkışın müjdecisi, unutulan insanlığın hatırlatılışı, hayatın muhasebesi olan Ramazan, kalori hesaplarına kurban edilmştir.

             Oysa Kur’an ayı olan Ramazan, hayvani arzularının kölesi olan, bedende esir kalan ruhları oruçla özgürlüğe kavuşturur. Her yıl yeniden iner, ilk günkü heyecan ve tazeliğiyle inanmış insanların yüreklerine. Bu inişe hazır etmeli insan ruhunu, bedenini, içinde yaşadığı toplumu ki, rahmet ikliminin sağanağından faydalanabilsin. Dünyevi istek ve arzulara bir sınır çekilsin ki, ruh hassaslaşsın, göz, kulak, el, ayak, kısacası bütün uzuvlar yüreğin/fıtratın sesine kulak verebilsin. Verilen nimetler paylaşılsın ki, toplum vicdanı yara almasın. Sunulan nimetlerden el çeksin ki acziyetler idrak edilsin, verene teşekkür borç bilinsin. Ve en önemlisi ona öyle bir boyun eğişle boyun eğsin ki; açlığa, susuzluğa, arzularına rağmen iradesini onun yoluna kurban edebilsin.

         Bu anlam ve içeriğiyle acaba Ramazan gerçekten oluşturması gereken ruhu ve heyecanı katabiliyor mu bireye ve topluma? Oruç tutmaya, nefsini terbiye etmeye hazırlanırken insanların çarşı ve pazar telaşı niye? Kur’an’ın inişine ruhu hazırlama heyecanı yerine çarşı pazarın heyecanı garip değil mi sizce? Bu coşku, Ramazan sonunda bireyin ve toplumun gönlüne, hayatına inecek rahmet sağanağını, Ramazan sektörüyle nemalanan kesimin cebine ve kasasına indirme telaşıdır. Oysa şu sorgulanmalı her Ramazan… İnişiyle insanlığa bin aydan(bir ömür) hayırlı bir hayat sunan Kur'an, bu Ramazan bireyin ve toplumun hayatına yeniden indi mi? Bunun sağlaması ancak şevvale taşınabilen değişimlerle anlaşılır. Hala sokak çocukları çöplüklerden ekmek topluyorsa, işçinin emeği hala zenginler tarafından sömürülüyorsa, garibanlar kurulan iftar çadırları sayesinde kursaklarına giden sıcak çorbanın Ramazanın bitimiyle sona ereceğinin endişesini taşıyorsa, Ramazanın bile dindiremediği bombaların altında parçalanan çocuğunun cesedini arayan annenin feryatları hala arşı titretiyorsa emin olun Ramazan oradan geçmemiştir. 


         Mübarek gün ve geceler, seküler dünyanın yeniden ürettiği ritüellerle tüketimin parçası haline dönüşmemeli. Yeniden hatırlanmalı, eşyaya değil, Allah'a kul olmanın yolları. Çünkü Şevval'le izi silinen Ramazan yok hükmündedir. Yaşadığımız şu karanlık günlerin Ramazan’ın aydınlığı ile aydınlanması dileğiyle…(VELİ KURT)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MAHŞERİN DÖRT ATLISI..

TARİKAT, “YOLA GELMEK” MİDİR, “YOLUNU BULMAK” MIDIR…?