NİCELİKTEN NİTELİĞE..
NİCELİKTEN NİTELİĞE..
Tevhid mücadelesi çetin şartlar altında verilen bir
sabır savaşıydı. Nefsin, toplumsal baskıların, siyasi entrikaların, ekonomik
zorlukların ve psikolojik baskıların cenderesinde halka halka büyüyen bir
mücadeleydi. Ve bu çetin savaşın en kahraman erleriydi peygamberler.
Tevhid mücadelesi çetin şartlar altında verilen bir
sabır savaşıydı. Nefsin, toplumsal baskıların, siyasi entrikaların, ekonomik
zorlukların ve psikolojik baskıların cenderesinde halka halka büyüyen bir
mücadeleydi. Ve bu çetin savaşın en kahraman erleriydi peygamberler.
Kutlu mücadelenin 8.yılıydı. Yolun başıydı ama
çok badirelerden geçmişti Hz. Peygamber ve arkadaşları. Her doğum yeni bir
ümit, yeni bir heyecandı. Peygamber hanesi böyle bir heyecanı yaşıyordu,
yaşanan bunca olumsuzluklara rağmen. Ama Kasım sadece adını lakap olarak
bırakıp gitmişti dar-ı bekaya. Ebu’l Kasım’dı artık O. Her insan gibi
kaybetmenin hüznünü yaşıyordu, ama biliyordu veren Allaha niçini sorulamayacağı
gibi aldığında da nedeni sorulmazdı. Doğum kadar gerçekti ölüm ama müşrikler
için yeni bir fırsattı bu.
Değer yargıları madde, soy sop, şan şöhret üzerine
kurulmuş bir toplumda her şeyin ölçüsüydü güç, erkek evlat ise bu gücü
pekiştiren en önemli unsurdu. Müşrikler bu anlayışın ürettiği sapkınlıkla,
Hz.Peygamberin erkek evladının vefatını dillerine dolayarak, mücadelesinin de
uzun ömürlü olmayacağı yani ebter olacağını ima ediyorlardı.
Tarihin her dönemin de ki küfrün elebaşıları gibi
Mekke'li müşrikler de kendi batıl sistemlerini ayakta tutabilme adına meşru
görüyorlardı her türlü fitneyi. Ebter; biyolojik ve fiziksel eksilmeden kinaye,
Müslümanların bitişi temennisiydi. Oysa İslam çoğalmaya farklı bir bakış açısı
kazandırarak; her türlü entrika ve engellemeye rağmen dalga dalga yayılıyordu.
Ebter, psikolojik bir savaştı; mecnun ve sihirbaz iftiraları gibi.
“Kevser”, kime ve niçin verilmişti? Çift yönlü
anlatımıyla Kevser, tevhid ve şirkin değer anlayışını, çokluk- yokluk üzerinden
karşılaştırarak, Müşriklerin zihin dünyasını alt üst ederken, Müslümanlara
geniş bir perspektif kazandırıyordu. Müşriklerin dünyasını belirleyen
niceliksel bakış açısı, gücü ve sayısal çokluğu her şeyin değer ölçüsü
yapmasına karşın, İslam sayısal nitelemelerin, eşya üzerinden değer kazanmanın
çok ötesinde bir dünya kurarak; eşref-i mahlûkat olan insanın eşyaya kul
olamayacağı, evlad-ü iyalin büyük günde fayda vermeyeceği, hesabı verilemeyenin
bitiş olacağı anlatılıyordu insanlığa. Zihinlerde ki; El-Kevser yer eden, ‘çoğalmak/hayırlı olmak’ kavramı ile, el-ebter ‘hayırdan kopmak/bitmek/tükenmek’
kavramlarının imajı değiştirilerek, fani dünyada çoğalmak, çoğaltmak denilen
şeylerin sanal birer yanılgı olduğu anlatılıyordu çoklukla övünen müşriklere.
İslam’ın ebedi ve sonu kesik olmayan değerlerine karşılık, küfrün değer
diye ürettiği ilkelerin ebter oluşunun altı çiziliyordu kalın çizgilerle.
İnsanlığa; dünya nimeti olarak verilenler sizi oyalamasın, huzur getirmeyen,
hesabı verilemeyen, zulümle beslenen, mazlumun sırtında yükselen değil, sevgi
ve merhametle büyüyen, paylaştıkça çoğalan tercihi sunuyordu. Mekkeliler için
yeni bir durumdu niceliğin değil, niteliğin artan bir değer oluşu. İtiraz;
dünya hayatına ve mala değil, yığmayı ve yağmayı hayatın amacı haline getiren
bakış açısınaydı. Mülkle ilişkisini mülk sahibinin koyduğu kurallara göre
belirleme duruşuydu bu. Sayısal olarak az bir potansiyele sahip olan Hz
peygambere: “Korkma; seni bir yetim olarak bulduk destekledik, aziz kıldık,
sana kevseri verdik. Üzülme, ümitsizliğe düşme” denilerek nicelikten niteliğe
geçiş yapılıyordu. Onun mücadelesinin sonu değildi, sınırlı olan hayatı
sınırsız sananların sonuydu, ebter.
“Rabbin için onu destek /salât et ve bu uğurda
başına geleceklere göğüs ger/Kurban kes.”Teslimiyetin kalbe nüfuz etmesiyle
başlar imanın hâkimiyeti. İşte o zaman iman; gören göz, konuşan dil, veren el,
düşünen akıl olur, o zaman anlaşılır iki dünya görüşünün ayrımı. Bu duruş
belirler hayata yüklenen anlamı. Bu bakışla yeniden anlam kazanır kelimeler.
İşte o zaman; Kevser’in de, ebterin de ifade ettiği anlam, Müslümanın kalbinde
ve zihninde yeniden şekillenerek hayat bulur. Kevser, çokluktu ama tekasürdeki,
‘oyalayan çokluk’ değildi. Yığmayı ve yağmayı kendine hayat tarzı yapanlara,
ironik bir şekilde; yatırımınızı sonlu olana yaptığınız için;
ebter/biteceksiniz deniliyordu.“O inkâr edenler (var ya), onların ne malları,
ne de evlatları, onlara Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar, ateş
halkıdır; orada ebedi kalacaklardır.” (Ali İmran:116) Buna karşılık, bire yedi
yüz karşılığının verileceği bir ticaret teklifiyle; yığmayıp, paylaşanlara,
hesabı verilebilir bir dünya sunuluyordu.
Mekkeli müşriklerin yabancısı olduğu kavramlar
değildi, salât ve kurban. Ama onlar ibadeti, yığma ve yağmanın aracı haline
getirmişlerdi. Kabe’de yaptıkları ibadetlerin, kestikleri kurbanların
kurdukları düzene rant sağlayan bir sömürü aracı olduğuna dikkat çekilerek;
“Kesilen kurbanların eti ve kanı değil, Allaha ulaşanın kulun takvasıdır”
bilinci oluşturuluyordu. “Yuh olsun kıldığı namazın farkında
olmayanlara.”Kâbe’nin kutsaliyetinden mal, mülk, şeref kazanma üzerine kurulan
anlayışa karşı, yığmayı değil vermeyi emrederek,“Yalnızca sana kulluk ederim ve
yalnızca senden yardım beklerim,” bilinciyle; kula ve mala değil, kulun ve
malın yaratanına boyun eğme öğretiliyordu.
Hayatı parçalamadan yalnızca ona boyun eğerek
yaşamanın adıdır; tevhid. Mü’min; ibadetini, kulluğunu, hamdını, sadece Allah’a
yaparak, hayatın kurallarını belirleyen adres ile ibadetlerin yapıldığı adresi
birbirine karıştırmayan demekti.“Rabbin için namaz kıl.”Namaz kılmak, sadece
belirli zaman dilimlerinde yapılan bir ritüel değil, ona yaklaşmak için
mücadele verme, güçlüklere göğüs germe, dünyaya verdiği anlamı onunla yeniden
anlamlandırma işidir. Namaz, yaşadıklarının muhasebesini yapma, dünyevileşme
ile arasına set çekme, hayata yeni bir sayfa açma işidir. Namaz, hayatın
direği, bedenî kulluğun ifadesi, hayatın tekmilini verme anıdır. Yaşarken hep
namazda, namazdayken hep Allah huzurunda olma bilinciyle, kişinin bedeninde ve
ruhunda Allah’ı söz sahibi yapma ameliyesidir.“Şüphesiz benim namazım,
ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.”(Enam: 162)
Tarihin belli bir dönemiyle sınırlı değildi Kevser’de
anlatılan. Sayısal çokluğun dayanılmaz cazibesi bir cahiliye hastalığı olarak,
fırsatını buldukça depreşecekti. O’nun hayat programını kabullenenlere her
daim; “Enayice malını Allah için harcıyor, makama, koltuğa değer vermiyor,
ahireti için dünyasını ihmal ediyor, bu adam olmaz, bunun sonu güdüktür”
denilecekti çoğu zaman. Doğruluğundan emin olunan yolda yürümekten dolayı,
kınayanın kınamasından korkmamalıydı Müslüman. Çünkü şan ve şeref; hak ve
adalet için zalimin gücüne yaslanmayan, kemiyete değil, keyfiyete
güvenenlerindir. Onun adı, şanı, şerefi, getirdiği dini kıyamete kadar baki
kalacak ama ona düşman olanlar ebter/ silinip gideceklerdi. Çünkü davası yapay
olanın arkası kesiktir! Kim galipmiş, kim mağlupmuş, kim kazanmış, kim
kaybetmiş, kim akıllıymış, kim enayiymiş? Bekleyin.Allah en iyi hesap
görendir...(VELİ KURT –KEVSER SURESİ)
Yorumlar
Yorum Gönder